Meslekte yedinci yılımı doldururken, mezun olduğum liseye edebiyat öğretmeni olarak tayin edildim. Altı yıl öğrenci olarak bulunduğum, her köşesinde bir hatıram olan okuluma gelmek beni çok heyecanlandırdı.
Birinci sınıfı şu köşedeki derslikte okumuş, şu bahçede altı yıl koşmuş, oynamış; çocukluğumun ve gençliğimin en güzel günlerini burada geçirmiştim. Sıcak yaz günlerinde karşıdaki çeşmelerden kana kana su içmiş, okulun bahçeye açılan kapısı önünde başım dik, gözüm bayrakta yüzlerce kez İstiklal Marşı söylemiştim. İşte yıllarca önünden saygı duyarak geçtiğim öğretmenler odası…
Ve öğrencilerim… Her birisi kır çiçeği saflığını ve güzelliğini taşıyan öğrencilerim. Onları seyretmeye doyamıyorum. Kendi gençliğimi görüyorum onların her hâlinde.
Nihayet bugün ilk derse girerken, okula başladığım ilk günün heyecanını duyuyorum. Karşılıklı olarak kısa bir tanışma ve edebiyat hakkında genel bilgiler verdikten sonra, defterlerinin birinci sayfasına Yunus Emre’nin;
“Ben gelmedim kavga için,
Benim davam sevi için,
Gönüller dost evi için,
Gönüller yapmaya geldim.” dörtlüğünü yazdırıyor ve ilave ediyorum:
– Çocuklar, bu ülkenin insanlarını seviniz! Güzel çirkin, iyi kötü, zengin fakir ayrımı yapmadan bu milletin fertlerini seviniz! Bu millete hizmet etmekten şeref duyunuz! Şunu iyi biliniz ki, sevdiğiniz kadar sevilecek, hizmet ettiğiniz kadar yüceleceksiniz!
İkinci ders, üçüncü ders derken günler, haftalar geçiyor. Zamanla birbirimizi daha iyi tanıyoruz. Günbegün samimiyetimiz artıyor. Ben onları seviyorum, onlar da beni…
Günlerden salı, birinci dönemin sonu yaklaştı. İlk dersim 9-G’ye. Sınıfa girip selam verdim ve masaya oturdum. Not defterini çıkarıp üçüncü yazılıları okudum. Başarı durumu iyi. Arkasından birinci dönem ödevlerini dağıttım. Geri toplayacağımı belirtip yanlışlarına bakmaları için on dakika zaman verdim. Bu arada ben de anlatacağım konuyu bir kez daha gözden geçirmeye başladım. Birkaç dakika geçmişti ki, bir kâğıt parçası uçarak geldi ve masanın önüne düştü. Gittim baktım; öğrencilerden birisi kâğıttan uçak yapmıştı.
Kâğıdı açtım. Biraz önce dağıttığım ödevdi bu. Böyle bir hareket beklemediğim için kızmıştım. Ödevde öğrencinin ismi yazıyordu. Öfkeyle Ahmet’in yanına gittikten sonra,
– Çocuklar, şimdiye kadar sizlere hiç tokat vurdum mu, dedim.
Ses çıkmadı. Karar vermiştim Ahmet’i dövecektim. Vurmak için elimi kaldırdım. Tam o sırada İrfan, Yunus Emre’nin,
“Ben gelmedim kavga için,
Benim davam sevi için,
Gönüller dost evi için,
Gönüller yapmaya geldim.” şiirini okumaya başladı. Şiirle beraber elim havada kaldı. Sanki gizli bir güç bileğime yapışmış, hareket ettirmiyordu. Şiir bitince elim kendiliğinden aşağıya düştü…
Hatırlamıştım. Bu, öğrencilere ilk derste yazdırdığım dörtlüktü. Geriye döndüm, yavaş ve düşünceli adımlarla masaya oturdum. Evet, öfke ile kalkmıştım, Yunus Emre olmasaydı zararla oturacaktım.
Ey gönüller sultanı Yunus! Sen ne büyük bir insansın ki, asırlar öncesinden uzattığın ışıklı el, nice karanlığı aydınlatıyor; nice yanlışları düzeltiyor…
O gün akşama kadar Yunus’u düşündüm, Yunus’la yaşadım. Ne olur her zaman onunla olabilsem!