Kendi Gitti Facebook’u da Kalmadı Yadigâr

Nabi Küçük
Nabi Küçük

Facebook’un aktif kullanıcılarından Ali Bey; dün gece, arkasında binlerce sayfalık duvarı yetim bırakarak vefat etti. Oysa Facebook vasiyetini dahi yazamamıştı. Cenaze duyurusunu, cenaze etkinliğine davet işini kim yapacaktı? En önemlisi de Ali Bey’in bu dünyadaki son etkinliği olan cenazesinin fotoğraflarını kim çekip paylaşacaktı?

 

Elli altı yaşında kalp krizi sonucu hayata veda eden Ali Bey, tam bir internet fenomeniydi. Vergi dairesinde çalışan bir memur olmasına rağmen Facebook’ta on binden fazla arkadaşı vardı. Sosyal medyayı, gençlere taş çıkaracak kadar aktif kullanıyordu. Özel hayatında; tuvalet, banyo vb. özel durumları hariç, paylaşım yapmadığı saat yoktu.

 

Sabah kahvaltıda ne yediğinden tutun da azan basuruna kadar neyi var neyi yoksa paylaşıyordu sanal arkadaşlarıyla. Her gün profil fotoğrafını beş defa değiştirmek, Ali Bey için ibadet kabilinden bir davranıştı. Kiminle ne yemiş ne içmişse, yolda kime selam vermişse o günkü duvarında görebilirdiniz bunları.

 

Ali Bey, Facebook ile yaklaşık on yıl önce tanışmıştı. O güne kadar, kişiliğini koyacak bir kalıp bulamamış olan Ali Bey, Facebook ile tanıştıktan sonra “İşte bu… Hayata geliş gayem bu olmalı, bundan sonra maddi ve manevi varlığımı Facebook’a adamalıyım…” demişti.

 

Ali Bey, Facebook’u kullanmaya başladıktan bir yıl sonra tam bir bağımlı olmuştu. Cep telefonunda sürekli çevrim içi olması yetmiyordu. Ekran görüntüsünü on dakika görmese, kalp atışları hızlanıyor, elleri titriyordu. Tuvalete telefonsuz girememesinin sebebi de buydu. Aslında işyerinde de yarı zamanlı çalışıyor sayılırdı. Toplam sekiz saatlik günlük mesai süresinin yarısını Facebook, Whatsapp, Twitter, İnstagram… hesaplarında geçiriyor; diğer yarısında da vergi dairesindeki işleri yapıyordu. Verimli bir personel olma, işinin hakkını verme derdi yoktu zaten.

 

Sosyal medya, Ali Bey’i ciddi manada yoruyordu. Günde otuz beş tweet atmak, on beş Facebook paylaşımı, dört defa profil fotoğraflarını güncellemek, yirmi Whatsapp mesajı atmak, İnstagram’da on beş fotoğraf paylaşmak…

 

Ali Bey’in sosyal medyada asıl vaktini alan işler, günlük olarak yaptığı bu paylaşımlar değil onlarca sosyal medya kanalından adeta yağmur gibi gelen paylaşımları okumak, paylaşılan fotoğraflara bakmak, bu fotoğraflar ve paylaşımlar hakkında duygularını emojilerle ifade etmek, yorumlar yapmak idi.

 

Sosyal medya ile halvet olduktan sonra eşi dostu ile görüşmeyi askıya almıştı. Nasıl olsa çevrim içi görünüyordu. Ne derdi vardı ki yüz yüze görüşmeyle! Trafik, yol; angarya…

 

Ölümüne yakın, Ali Bey’in hayatındaki her şey sanallaşmıştı. Arkadaşlıkları, ilişkileri, hatta işi, ailesi… Kendisini, sanal bir dünyada, rüyada, dipsiz bir kuyuda gibi hissediyordu. Annesinin cenazesinde ağlamak istedi ama ağlayamadı. Duyguları ve gözyaşları da adeta sanallaşmıştı. Annesinin matemini de Facebook’ta tuttu. Annesinin eski fotoğraflarını paylaştı. Sanal taziyeleri burada kabul etti. Bu şekilde vicdanını sanal olarak rahatlattı.

 

Kinci bir insan olduğunu, elli yaşından sonra keşfetti. Twitter’dan kendini takibi bırakanları, o da bırakıyor; Facebook’tan kendini engelleyenleri o da engelliyordu. Hatta bir keresinde eşinin ve genç kızının fotoğraflarını paylaşmıştı da o fotoğraflara karşı duyarsız kalıp, o fotoğraflara beğenide bulunmayan yakın iş arkadaşını engellemişti.

 

Ali Bey’in kızı; babasının öldüğü gece, babasının cep telefonuyla sırasıyla bütün sosyal medya uygulamalarına girerek, babasının ölümü ve cenaze merasimi hakkında, sanal arkadaşlarına bilgilendirmede bulundu. Ali Bey’in kendi hesabında kendi ölüm haberini gören sosyal medya arkadaşları, bu duyuru karşısında çok şaşırsalar da tepkilerini, alışılmış sosyal medya geleneklerine göre verdiler. Taziye mesajları üst üste geldi ama gelin görün ki ertesi gün yapılan cenaze merasiminde yakın akrabadan oluşan otuz kişilik bir cemaat vardı. On bin Facebook arkadaşından, on beş bin Twitter takipçisinden, sekiz bin İnstagram takipçisinden kimsecikler gelmedi. Cenaze namazı, evlerinin hemen yanı başındaki camide kılındı. Cami cemaatinden hiç kimse Ali Bey’i tanımadığı için, öğle namazı çıkışı kılınan cenaze namazına cemaatten az bir topluluk katıldı. Bu duruma en çok Ali Bey’in hanımı üzüldü. Her akşam on binlerce insana hitap ettiğini söyleyen kocası geldi gözlerinin önüne. O sayıların ve ilişkilerin naylon olduğu, gün gibi su yüzüne çıkmış, cami avlusundaki fotoğrafa yansımıştı. Ali Bey’in kızı bir ara, bu sanal vefasızlığın fotoğrafını çekip akşama babasının telefonundan, babasının sanal arkadaşlarına sitem mesajları atmayı düşündü, sonra vazgeçti. Sanal dostlukların neyini, kimin yüzüne vuracaktı… İmam efendinin: “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna, cılız bir karşılık geldi cemaatten. Fâni âlemin sanalından bekâ âleminin gerçeğine yürümüştü Ali Bey.

 

Ali Bey, sosyal medyadaki sanallaşmış arkadaşları ve takipçileri tarafından çok çabuk unutuldu. Sosyal medya işlerinden anlamayan hanımı; kızına, babasının hesaplarının para edip etmeyeceğini sordu. Kanaatince, büyük paralar etmeliydi. Çünkü Ali Bey, yatırımını bunlar üzerine yapmıştı. Ömrünün son yıllarını bu hesaplara yatırmıştı. Kızından aldığı cevap üzerine kadıncağızın kolu kanadı kırıldı. Ne yani, o kadar emeğin bir karşılığı yok muydu, kimsenin bir işine yaramaz mıydı bunca emek? Yoktu işte, sanaldı her şey… Ali Bey’in hesaplarının durağanlaştığını fark eden sosyal medya şirketleri, onun hesaplarını birer birer silerek Ali Bey’e son darbeyi indirmiş oldular.

 

Kendi gitti, Facebook’u da kalmadı yadigâr, yazık oldu Ali Bey’e!

Takip Et:
İSTANBUL / BAŞAKŞEHİR - Akif İnan Anadolu İmam Hatip Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Yorum Yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir