Dünyanın en güzel, en görkemli kenti İstanbul… Ticaretin, sanatın, saltanatın, ihtişamın ve rüyaların başkenti İstanbul. Tarihin, uygarlığın, güzelliğin şehri İstanbul…. “Nice revnaklı şehirler görülür dünyada /Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan/ Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada/ Sende çok yıl yaşayan, sende ölen sende yatan.” dizeleriyle anlatır İstanbul şairi Yahya Kemal, İstanbul’u.
Bir mercektir İstanbul, dünyanın binlerce yıllık mirasını bir noktada toplayan. Bir dünya kadar kocaman; ama bir su damlası gibi ufak, saf, narin ve kırılgan… Bir mercektir, İstanbul’u İstanbul; hayali gerçek yapan, dünyayı tek noktada sunan.
Bir mozaiktir İstanbul, her taşında dünyanın bin bir rengini saklayan. Renklerin başkentidir. Siyahı, beyazı, mavisi, yeşili ile usta bir ressamın muntazam tablosu gibidir. Bu tabloda kimler yok ki… Bir tarafta dimdik duran Galata, her dem kaş göz ettiği Kız Kulesi zarif zarif süzülüyor karşıda. Beyoğlu’nda tramvaydan el sallayan çocuklar, yürekleri dağ gibi vakurla bakıyorlar etrafa. Bir zenci yürüyor, bir zamanların grand-tuvalet giysilerle geçilen İstiklal Caddesi’nde. Odakule’nin önünde birkaç genç gitarlarıyla dil döküyorlar kaldırımlara. Renklerin ne denli anlamlı olduğunu İstanbul anlatıyor, dosta düşmana.
Bir korodur İstanbul, farklı melodileri bir şarkıda buluşturan. Her notasında coşku, her notası harika… Çok sesliliği zenginlik kabul edip tek ahenk haline getiren birlik şehridir, İstanbul. Bir taraftan caz nağmeleri duyulur Beyoğlu’nda, öbür yandan dansözler göbek atar Kumkapı’da. Adımlarınız ritminizdir, kuş sesleri melodiniz olur. Şarkınızı kendiniz yazarsınız böylece. Yüreğinizin her hücresi İstanbul aşkıyla dolar, siz kendinizden geçersiniz o andan sonra. Belki Rumeli Hisarı’na oturur, Beykoz’a ilan-ı aşk edersiniz. Belki de, bir şairin nameleri dudaklarınızdan dökülüverir; “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar/ Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar…”
Bir sanattır İstanbul, değme sanatçıların dudaklarını uçuklatan. Dünyada bir eşi ve benzeri bulunmayan bir sanat… Duyguları besleyen, insanı düşündürdükçe kendine hayran bırakan bir sanat… Güzel sanatların her dalı örneklerini ona borçludur. Mimarinin, müziğin, heykelin, şiirin ve musikînin membaıdır, İstanbul. Her bestede onun adı, her yapıda onun şanı sezilir. Sinan’ın ayak seslerini, Itri’nin bestelerini, Nedim’in nağmelerini, Baki’nin dizelerini duyarsınız, her adım başı. Bir masaldır İstanbul; perileri, devleri, cüceleri ve cadıları bulunan. Masalın ta kendisidir, lâkin gerçek dünyadan daha gerçek bir masal… Bir sevda masalıdır, bir paylaşım masalıdır, bir hayat masalıdır. İstanbul Beyefendileri sizleri kendine hayran bırakır. Nezaket, zarafet, letafet onlardadır. İnsanlık adına, insanlığı onlardan öğrenirsiniz. Size hâl ile anlatırlar bütün adâb-ı muaşşereti. Yaratılanı yaratan adına seven bir kültürden geldiğinize binlerce şükür eklersiniz, İstanbul’da yaşadıkça.
Bir aşktır İstanbul, öyle bir aşk ki seveni kendisine tutsak eden. Ona günlünü kaptıranın, bir başkasını görmez gözleri. Minareleri gönül telinizi titretir. Onları selvi boylu Leyla, hoş endamlı Şirin görürsünüz. İstanbul sizi Mecnun eder, Ferhat eder kendine. Bağımlılık yapar bu şehir, insanı öyle bağlar ki ölüm bile ayıramaz bu sevgilileri.
İlham perisidir, İstanbul. Önce aşık eder, sonra ilham kaynağınız olur. Bu konuda cömertliği dillere destandır. O olmasaydı, kimi dinlerdi Orhan Veli gözleri kapalı? O olmasaydı hangi silah zoru Nedim’e: “Bu şehr-i Stanbul ki bi-misl ü bahadır/Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır.” dizesini söyletebilirdi? Yahya Kemal, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Ziya Osman, Bedri Rahmi, Necati Cumalı, Cemal Süreyya, Sezai Karakoç… kime aşık olur, kimi anlatırdı? İstanbul şairlerin şehri, şiirin başkenti, şiir gibi bir şehirdir. Onunla bu konuda boy ölçüştürecek başka bir şehir bulmak mümkün değildir. Her semti, her anıtı, her çeşmesi, her tepesi… birçok şiire konu olmuştur. Onu sayfalara değil; kitaplara, kütüphanelere sığdırmak her babayiğidin harcı değildir.
İstanbul ki, yüz yıllardır nice sanatçılara ilham olmuş, nice düşünürü cazibesiyle kendine çekmiştir. Bu insanların her biri de İstanbul’un bitmek bilmeyen ganimetlerinden kendilerine düşen payı almışlardır. Yalnız şairler değil. Fotoğrafçılar da İstanbul’a hayranlıklarını gizleyememişlerdir.
İstanbul’da konuşulur, en güzel, en sade, en zarif Türkçe. Her tarafı buram buram Türkçe kokan bir şehir, her yönüyle olduğu gibi diliyle de etkiler insanları. İstanbul Türkçesi, ana sütü gibi temiz, ana sütü gibi zengindir. Asaf Halet “İstanbullumun Dili” şiirinde şöyle der:
annemin dili
babamın dili
İstanbul’umun dili
İstanbullumun dili
İstanbul’umun efendisi
hanımefendisi
sokaklarımın bekçisi,
yoğurtçusu, balıkçısı
can dilimi konuşanım
canım benim
ninnilerimi bu dil söyledi
masallarımı bu dil
bu dille duydum türkülerimi
bu dille okudum şairlerimi
“zalim beni söyletme derunumda neler var”
İstanbul, yılın her mevsimi bir fotoğraf cennetidir. Farklı kültürlerden insanlarıyla, yedi tepesini kaplamış camileriyle, balıkçılarıyla, boğazıyla, vapuruyla, martısıyla her anı bir fotoğraf karesine kurulmuştur. Öyle bir fotoğraf ki: Bir İstanbul sabahı… Hava daha aydınlanmamış. Balıktan dönen balıkçılar, lüfer dolu kasaları boğazın kenarına dizmişler, lüferler ay sayesinde ışıl ışıl. Arkada boğaz köprüsünün ışıkları inci gibi dizilmiş. Balıkçının üzerinde sarı yağmurluk ve yüzündeki vakur ifade, bu tabloyu İstanbul’dan başka yerde bulmak mümkün mü?
Bir büyüdür İstanbul. Bir an için üstünüze sihirli değnek değmiş gibi hissedersiniz kendinizi, Arnavut kaldırımı sokaklarında gezerken. Havasını usulca içinize çektiniz mi bu büyüden bir daha kurtulamazsınız. O, ‘zaman, mekân aşıp gelen sevgili’den kendinizi bir daha alamazsınız. Her mevsimi insanı bir başka etkiler. Kışın karlarla örtülü Çamlıca tepeleri, baharda erguvanların açtığı Hisar sırtları, yazın boğazdaki vapur sefaları ve sonbaharda Dolmabahçe’deki ağaçların ayağınızı okşayan altın yaprakları İstanbul’u hücrelerinizde hissetmenizi sağlar. “Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik/ Bir güzellik doluyor yüreğime şiirden/Martılar konuyor omuzlarıma/ Gözlerin İstanbul oluyor birden.”
Bir filmdir İstanbul, tarihe ayna tutan. Tarihe bu denli damgasını vurmuş, dünya tarihini etkilemiş, çağ açıp çağ kapatmış bir şehir daha dünya üzerinde bulmak zordur. Bu bilge şehir size neler anlatmaz ki… Film karelerinde tarihe tanık olursunuz. Dünya harikası Ayasofya, Çemberlitaş, Süleymaniye, Eyüp Sultan… tarihin gözleridir, çağlara tanıklık eden. Hem Doğu’nun hem Batı’nın güzelliğine dalarsınız. Roma kokar, Bizans kokar. Osmanlı kokar her taşı. Ayasofya’ya girersiniz sessizce, dua edersiniz; ister Arapça, ister Latince… Mozaiklerin yanından rika, sülüs, celî hat yazıları yükselir, bakakalırsınız donmuşçasına. Sultanahmet buyur eder. Bankların birine oturmuş çayınızı yudumlarken Gülhane size gülümser, siz ona gülümsersiniz.
İstanbul medeniyetlerin buluştuğu yerdir. Her türlü konferansın, panelin, söyleşinin, açık oturumun yapıldığı şehirdir. Uluslararası kültürlerin başkentidir. Cemal Reşit Rey, Lütfi Kırdar, Tarık Zafer Tunaya dolar, taşar. İstanbul uluslararası birçok konuya ev sahipliği yapmıştır, her konudaki öncülüğünü bu konuda da yıllardır sürdürür. “Medrese”nin, “Darülfünun”un, “Üniversite”nin merkezidir, İstanbul.
Boğaz’ın şehridir İstanbul. Dünyanın en şanslı şehri olduğunu bilir, öğünür köprüleriyle. Boğazdan İstanbul bir başka görünür. O zaman gurur duyarsınız böyle bir şehirde yaşadığınıza. Pier Loti’den Haliç’e bakmaya doyum olmaz. Kalamış’ta alınan tatlı huzurlar, Üsküdar’a gider iken yağan yağmurlar; İstanbul’un notalardaki yansıması bir başka etkiler insanı. Her tepesinde ayrı güzel görünür İstanbul.
Baharın şehridir, İstanbul. Rengârenk açar çiçekler, parklar mis gibi kokar. Ormanların albenisi cezbeder sizi. Hemen Belgrat ormanına kendinizi atar ve koca bir çınarın gölgesinde çayınızı yudumlarsınız.
Coşkunun şehridir, İstanbul. Duyguların doruğa çıktığı milli ve manevi değerlerin insanları sardığı bir atmosferi vardır. Göğsümüzü kabartan her olayda çıkarsınız Taksim Meydanı’na. Bağırırsınız çılgınlar gibi, yüz binler eşlik eder çığlıklarınıza, şarkılarınıza. İstanbul bir bütün olur orada, hiç kopmayacak gibi.
Akşamı da bir başkadır İstanbul’un. Hava karardıktan sonra İstanbul’a, ender rastlanan bir güzellik çöker. Topkapı Sarayı’nın sarı, yeşil renklerle parlaması, Kadıköy Eminönü arasında volta atan vapurları ve Galata Kulesi’nin tüm heybetiyle evciklere yukarıdan bakması dikkatlerden kaçmaz.
İstanbul’da yaşayıp da İstanbul’u yaşamayan binlerce insan var. En bedbahtı da işte onlar. İstanbul’da yaşamak zor bir kovalamacanın içinde bulunmaktır. Bu durum mutsuz bireyler oluşturur. Oysa İstanbul’u yaşamak gerekir. İstanbul’u hücrelerimizde hissetmek gerekir. İstanbullu olmak, bu bilinci göğsümüzde taşımak gerekir. İstanbul’u yaşayanlardır, hayatlarından zevk alan. İstanbul’u yaşayanlardır, ondan ayrılmayı bahtsızlık kabul eden.
İstanbul’u yaşamak, onu tanımakla başlar. Çünkü sevmenin koşulu tanımaktır. İstanbul’u tanıyan onun bu zenginliğine olan hayranlığını gizleyemez. İstanbul sevgisi insanın iliklerine işler. Ümit Yaşar bu durumu ilan-ı aşk eder:
Evin içinde bir oda, odada İstanbul
Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul.
…
Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
Bir yanda o, bir yanda ben, orada İstanbul.
İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım
Nereye gidersen git, orada İstanbul.
İstanbul insanı eğitir, geliştirir; insana bilgi ve birikim kazandırır. Her semti ayrı dünya, her yanı kültürel bir deryadır. Farkına varmadan insan ilişkilerini, kardeşliği, dostluğu öğretir insana.
İstanbul’da değil, İstanbul’u yaşamalıyız. Vesselam…