Hatırladığım kadarıyla tarih 24 Kasım 2013. Bir gelenek olarak ildeki öğretmenler günü programını Ardahan Anadolu Öğretmen Lisesi olarak okulumuz tertip ediyor. O yılki programda şiir okumakla ilgili bir görevim vardı. Şimdi düşünüyorum da sahne sıramı beklerken o yıl üniversiteye hazırlandığım için daha bir duygusaldım sanki. Zihnimde birçok fikir birbirine karışıyor, gelecek hayalleriyle şimdinin gerçekleri arasında mekik dokuyordum. Galiba biraz da içimde birkaç ay sonra liseden mezun olacak olmanın burukluğu vardı.
Ardahan Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Ramazan Korkmaz sahneye çıkıp da lise çağlarında içine düşen edebiyat hevesinden söz edince, hatta sayısal alandaki derslerinin de oldukça iyi olmasına ve öğretmenlerinin ısrarına rağmen sözel alandan ilerlemeyi aklına koyduğunu anlatınca, beni bir ürperti sarmıştı. Bugün, geçmişe dönüp bakınca Rektör Hoca’nın hikâyesi ile kendi hayat hikâyem arasında çeşitli benzerlikler kurduğumu ve gönül meşalemdeki o titrek alevin bir hevesle harlandığını çıkarsıyorum.
Kendi öğrencilik yaşamım boyunca Türkçe ve Türk Dili Edebiyatı öğretmenlerimle hep daha iyi bir bağ kurduğumu, tarih derslerini bir başka dikkatle takip ettiğimi çok net hatırlıyorum. Arkadaşlarımdan çok öğretmenlerimle sohbet etmeye çalıştığımı ve beni can kulağıyla dinleyen bir çift göz gördüğümde yüzümün nasıl aydınlandığını iyi biliyorum.
Kendimi inşa etmemde yardımı olan onlarca hatıra sayabilirim: Bunlardan biri, zannederim ikinci sınıftaki öğretmenimin, “Babana söyle, seni okutacak parası olmasa bile sırtındaki ceketi satsın yine de seni okutsun.” cümlesiydi. Bir başkası özellikle edebiyat öğretmenlerimin beni şiir yazmam konusunda cesaretlendirmeleri, yazdıklarımı okumaları, onlara kıymet vermeleri ve bu hevesimi desteklemeleriydi.
Birgün, “Öğretmenim, biliyor musunuz biz birgün çok büyük adamlar olacağız.” dediğimde, öğretmenim, “Öyle büyük adamlar olmanıza gerek yok, adam olun yeter.” sözü beni rahatlattı ve adam olmanın da tek başına ne büyük şey olduğunu idrak ettim. Daha onlarca irili ufaklı öğretmenlerime dair anılar oldu hayatımda. Hatta biraz da utanarak ifade etmeliyim ki adını unutmaya başladığım onca öğretmenimin; belki adımı unutana dek hatırlayacağım, bana kendimi önemli hissettiren bakışları ve şefkatleri tüm bu anılardan ileri gelir. Burada kronolojik bir sırayla hayatıma dokunan tüm öğretmenlerimin adını anmayı çok istesem de bunu başaramayacağım için tüm öğretmenlerimin şefkatine sığınıyorum.
Bana, “sen yaz” diyen Türkçe öğretmenim Perihan Erdoğan‘a, okumamda yazmamda ve düşünmemde ufkumu açan ve bu yazının sonundaki mısralarda imzası olan Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenim Hüsamettin Aktürk‘e, beni ilgiyle dinleyen Halide Seven öğretmenime… Keşke daha önce tanısaydım dediğim okul müdürümüz Osman Erdem ve müdür yardımcımız Özgür Gündüz’e…
Adını anmayı ihmal ettiğim için beni hoş göreceğini bildiğim bir şekilde yolumuzun kesiştiği tüm öğretmenlerime en derin minnet duygusuyla…
Bitirirken,
Karanlığı yırtıvermek için yanmayı göze alacak kadar sivrilince kişiliğim; onu şu mısralarda teskin ettiğin için teşekkürler Öğretmenim.
“Bak, eriyor demir
sıcağında bir hecenin
ha gayret!
bir mısra daha söylersek
sonu gelecek gecenin.”