Resim: Yaren İZBUL / Başakşehir İTÜ İsmail Dede Efendi Güzel Sanatlar Lisesi
Âşıklık geleneğini, bu toprağın özünü; acının, hüznün, isyanın, toplumda dile gelen sözlü geleneğinden; Anadolu irfanını ilmik ilmik dokuyarak gönüllere sazıyla, dimağımıza sözüyle aşkın tohumunu eken, buğday kokusundan geçit vermeyen dağlara kadar güzelliğe anlam verişimizden; kısacası bu millete ruh katan Veysel’den bahsedelim.
Âşık Veysel, sazın teline vurarak bir milletin gören gözü olup yeni bir ruh inşa etmiştir. Sütün içindeki maya gibi milletini tutmuş, dönüştürmüş farklı hallere evirmiştir. O ki; toprağı kendine sadık bir yâr edinmiştir.
Gülizar Ana, Sivas’ın Sivrialan köyünde koyun sağarken oracıkta dünyaya getirmiştir Veysel’i. Yedi yaşına geldiğinde çiçek salgını yayılır, o da bu salgına yakalanır. Veysel o günü anlatırken “Anam güzel bir entari diktirmişti.” diye başlar. O güzel entariyi komşusuna gösterip döndüğünde yolda düşer. Çiçeğe yakalanmıştır. Bir gözünün görme yetisini kaybetmiştir. Zaten görünenle değil ama bizim pek de göremediğimiz başka bir âlemle arasındaki perde kalkmıştır. Gözlerini kaybetmesiyle başlayan bu yitiklik Veysel’in hayatında ne ilk ne de son olacaktır. Veysel sonrasında diğer gözünü; arkadaşlarını, eşini, annesini, babasını kaybeder. Zorunlu bir münzevilik Veysel’in dönüşümünü başlatmıştır. O artık Veysel değil Âşık Veysel’dir.
Bu dönüşüm Ahmet Kutsi Tecer’in Veysel’le tanışmasıyla başlamıştır. Bu tanışıklıktan sonra birçok ili dolaşmaya başlar ve gönlümüzün bam teline dokunur. Âşık Veysel’in hayatını tam anlamıyla yazmak mümkün değildir. Hep bir eksiklik hissi kalır insanda. Âşık Veysel’i en iyi şiirleri anlatır.
Bugünlerde dünya telaşımızın tam ortasına:
“Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece.’’
dizeleriyle girer. Bir “ah” çektirir ya da insanların ne kadar vefasız olduğundan bahsettiğimiz bir sohbetimize:
“Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır.”
dizeleriyle eşlik eder. Bazen aşkımızı haykırdığımız o en kederli anda:
“Güzelliğin on par’etmez
Bu bendeki aşk olmazsa.” der.
Dünyanın geçiciliği üzerine yaptığımız tüm felsefi sohbetleri:
“Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer.”
diye bitirir. Kibrimizin bizi kuşattığı bir anda radyodan:
“Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı yardan yar olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım?” deyip kendine getirir.
Ezcümle, Âşık Veysel bizi bize anlatıyor. Ruhu şad olsun.