Öldürmeyen Allah Öldürmüyor

Ali Erkan Kavaklı
Ali Erkan Kavaklı

Kepçe operatörü Adnan Eşim, Kahramanmaraş’taki Ebrar Sitesi enkazını kazıyordu. 12 Şubat ilçesi yerle bir olmuştu, yüzlerce bina yıkılmış, binlerce insan enkazın altında can vermişti. Site enkazından çok canlı çıkarılmıştı.

Ebrar Sitesi depremin özeti gibiydi. 12 bloktan meydana gelen sitenin sekiz bloku tamamen tuz buz olmuş, ayakta kalan bloklar ise enkaz iskeletini andırıyordu.

Depremin arkasından 258 saat geçmiş, ümitler tükenmişti. Kıyametin kopuşundan bu yana 11. gün geçmişti.

Operatör yorgundu, günlerdir enkaz altından canlı insan çıkarmak için uğraşıyorlardı. İğne ile kuyu kazar gibiydiler. Çoğu zaman kepçenin içinde uyuyordu. Yatak, yorgan görmemişti. Bir can daha kurtarma ümidiyle gece gündüz çalışıyorlardı. Z Blok haraptı, kolonlar dışında her şey tuz buz olmuştu.

Operatör kepçeyi beton ve moloz yığınına daldırdı, bir metreye yakın kaldırmıştı ki bir boşluk gördü. Hemen kepçeden indi, kepçenin kaldırdığı enkazın bulunduğu noktaya baktı, bir yatak vardı.

Eğilip yatağın ucundan tuttu ve çekti.

Bir el kalkıverdi.

Gözleri faltaşı gibi açıldı. İrkildi, hâlâ yaşayan biri mi vardı?

Eğildi, bu defa iki eliyle birden yatağı çekti.

İki el birden havaya kalktı.

Yatağın içinde sapasağlam bir beden vardı, bayandı. Üstü başı toz toprak içindeydi, tavandan dökülen beyaz alçılar saçlarına karışmıştı. Eğildi, yüzüne baktı. Nefes alıp almadığına dikkat etti.

Nefes alıyordu.

Ellerini yüzüne kapadı:

“Aman Allah’ım!”

Kendini bir adım geri attı.

Bağırmalı ve arama kurtarma ekiplerini çağırmalıydı fakat sesi çıkmıyordu. Kalbi küt küt vuruyordu. Eli titriyordu. Güçlükle yutkundu. 

Hemen geriye döndü, heyecanla koştu, arama kurtarma ekiplerine doğru bağırdı:

-Bir el gördüm, canlı biri var!

Ekip arkadaşı Musa eliyle havada yarım daire çizdi:

-Haydi ya, hayal görmüş olmayasın, bu saate canlı mı kalır?

-Vallahi gördüm! İki elini birden havaya kaldırdı.

Bu defa ekip heyecanlandı. Hemen ayağa fırladılar. Enkaza doğru hızlı adımlarla yürüdüler.

Kızının cenazesi çıkarılır diye bekleyen Cuma Yalçınöz herkesten daha hızlı koştu. Kepçenin kazdığı noktaya yetişti.

Yatağın üstünde yatan bedene eğildi. Kızı Neslihan Kılıç’ın ellerinden tuttu. Buz gibiydi, günlerdir soğuktan donmuştu. 29 yaşındaydı, iki yavrusu vardı. Onlara ne olmuştu? Enkazın altında mıydılar? Minicik bedenleri kolonların, betonların altında ezilmiş miydi? 

Yavrusunun solgun benzine baktı, sarılmak istiyor fakat cesaret edemiyordu. Bedenine zarar veririm korkusu taşıyordu. Günlerdir yavrusunun cesedini beklerken evladını canlı olarak görmek tarifsiz bir sevince boğdu. Elleriyle yavrusunun yüzündeki tozları sildi, eğilip öptü, üstündeki enkaz süprüntülerini temizledi. İç çekip inledi:

-Çok şükür Allah’ım. Yavrumu bana verdin!

            Tekrar eğildi, yavrusun tekrar öptü. İki elini birden tuttu.

            Allah’ın sana şükürler olsun, Allah’ım senden son bir dileğim var, yavrumu bana geri ver diye dua ediyordum, duam kabul oldu. Çok şükür!.. Yarım saat önce çantan çıkarılmıştı, şemdi sen sağ çıkarıldı.”

            Gözyaşları sel oldu, gözünü perdeledi. Kolunun yeniyle gözlerini kuruladı.

Ambulans çağrıldı, sağlık ekiplerine haber verildi.

Amcası Yusuf Yalçınöz kardeşinin yanına koştu. Sevincinden uçacak gibiydi, eğildi, yatağın bir ucundan tuttu:

– Şükürler olsun Allah’ım! Elhamdülillah! Cuma, yatağın ucundan tut, Neslihan’ı enkazın içinden alalım!

Birlikte yatağı çekmeye başladılar.

Kurtarma ekipleri onlara yardım ettiler. Yatak çekip çıkarıldı.

Ekip şefi bağırdı:

-Durun! Ambulans geliyor, sağlık ekiplerini bekleyelim. Serum taksınlar.

Yusuf Bey ve Cuma Bey yatağı yavaşça yere indireceklerdi. Cuma Bey’in elleri titremeye başladı. Torunları Azra ve Ayla Dua aklına düştü, dedeciğim diye boynuna sarılışlarını hatırladı. Yatağı tutamadı, eğilir gibi yere bıraktı.

Cuma Bey yavrusunun başucuna diz çöktü, kızının ellerinden tuttu:

“Allah’ım, şükürler olsun, yavrumu sağ salim geri verdin. Torunlarımı da ver Rabbim!”

Dudakları titriyordu, ellerini yüzüne kapamış, hüngür hüngür ağlıyordu.

Babasının sesini duyan Neslihan Hanım gözlerini araladı, baba – kız göz göze geldiler. Neslihan Hanım’ın gözünü ışık aldı, günlerdir ışığa hasretti.

Ellerini uzattı, babasına sarılmak istedi fakat beceremedi. Vücudunda kırıklar vardı. Bedeni sanki donmuştu, vücuduna sözü geçmedi. Günlerdir sinirleri işlemiyordu.

Birden bire genzi yandı, günlerdir doyasıya havayı teneffüs etmemişti, boğazı acıdı ve düğümlendi. Babası gibi ağlayamıyordu, babacığına imrendi.

Başını sallayarak babasına minnetini ifade etmek istedi fakat boynunu hareket ettiremedi. Günlerdir boynunu sağa sola çevirmemişti, boyun kilitlenmişti.

Babacığına hareketsiz ve donuk gözlerle baktı. Daha fazlası elinden gelmiyordu. Göz kapakları sanki ağırlığa dayanamadı ve tekrar kapandı.

Yüreği burkuldu, kalbi acıyla yandı. Çocuklarını ve eşini sormak istedi fakat dili dönmüyordu:

“Baba çocuklar?.. Ayla Dua ve Azra kurtarıldı mı? Serdar nerde?”

İki yaşındaki Azra Dua’nın anneciğim diyerek boynuna sarılışlarını hayal etti. Beş yazındaki Azra’nın onu kıskanarak kucağına atılışını hatırladı. İkisini birden bağrına bastığı, öpüp kokladığı demler burnunda tüttü.

Eşi Serdar İdlip’te uzman çavuş olarak görev yapıyordu, Azra ve Ayla Dua grip olmuşlar, baba hastayız diye telefon etmişlerdi. Baba yüreği dayanamamış, Uzman Çavuş Serdar çocuklarını ziyaret etmek için izin alıp gelmişti. Memleketinde çocuklarına sarılıp hasret giderecekti.

Kısa süre sonra ambulans geldi, sağlık ekipleri koşuşturdular.

Bir hemşire hastanın kolundan tuttu, nabzını ölçtü.

Müjde verir gibi yüksek sesle:

-Nabzı atıyor.

Ekiptekiler heyecanla tekbir aldılar:

“Allah ü ekber!”

Doktor heyecanla söylendi:

-Maşallah Barekallah, 11 gün, 258 saat sonra.

Kepçe operatörü hayretle söylendi:

-Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Aman ya Rabbi!..

Hemşire hastanın koluna serum taktı, üzerine battaniye örttü.

Doktor ve hemşireler hastanın ellerinden, ayaklarından, bedeninden itina ile tuttular ve sedyeye aktardılar.

Kurtarma ekibi, “Allah ü ekber!” diyerek tekbir aldı.

Neslihan Hanım’ın bitkin ve yorgun bedenini ambulansa taşıdılar.

            Ambulans hızla hareket etti. Refakatçi olarak babasını ambulansa aldılar.

            Cuma Bey durmadan dua okuyordu, ağladığını kimse görmesin diye ellerini yüzüne kapıyordu. Gözünün önünde Azra ve Ayla Dua’nın hayalleri uçuyor, dedeciğim diyerek boynuna sarılışlarını hatırlıyordu.

Hastanede ambulanstan indirilirken doktor, Cuma Bey’in kolundan tuttu:

-Günlerdir su içmiyor, böbrekler çalışmadı. Hastanın en nazik organı böbrekler. Acil diyalize alacağız. Sabırlı olun. İnşallah sağ salim size teslim ederiz.

            Dede, hayret dolu gözlerle doktora baktı. İç çekti, eliyle gözlerini kuruladı. Dudaklarından şu cümle döküldü:

            -Ben döneyim, torunlarım enkaz altında.

 

 

 

Eğitimci, edebiyatçı, yazar. 10 Nisan 1952, Kavak köyü / Seydişehir / Konya doğumlu. İlkokulu köyünde, ortaokulu ve liseyi Konya’da okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi (1976). Hatay (1976-77), Divriği (1979), Suşehri (1979-80), Çanakkale (1980-81), Sivas (1981), İstanbul’da (1981-88) ve Almanya’da (1988-94) edebiyat öğretmenliği yaptı. Yurda dönüşünden sonra mesleğini İstanbul’da sürdürdü.İlk hikâyesi Yeni Asya gazetesinde (1974) yer almıştı. Diğer ürünlerini Yeni Asya, Akit, Türkiye, Türk Edebiyatı, Sur, Zafer, Yeni Düşünce gazete ve dergilerinde yayımladı. Bir süre Yeni Asya’nın kültür-sanat sayfasını yönetti. Romanlarından bazıları Türkiye ve Akit gazetelerinde tefrika edildi. Akit gazetesinde haftalık yazılar yazdı.Türkiye Yazarlar Birliği, Birlik Vakfı üyesidir.Ödülleri:Sacayağının Ayakları adlı makalesiyle 1977’de Yeni Asya gazetesinin açtığı makale yarışmasında birincilik ödülünü, Yemin adlı hikâyesiyle 1982’de Yeni Düşünce dergisinin ödülünü, 1993’te Avrupa yazarları kompozisyon yarışmasında ikincilik ödülünü, 1997’de Esra Film şirketinin film öyküsü yarışmasında Avrupalı Mevlevî adlı hikâyesiyle jüri özel ödülünü, Tante Ruth adlı eseriyle Kültür Dünyası dergisinin açtığı hikâye yarışmasında (1988) ödül aldı. İntikam adlı romanı 1999’da Tuzla Belediyesinin roman yarışmasında ödüle layık görüldü.