Gece ayçiçekleri güneş bulamadıkları için kafalarını aşağı doğru eğerler, onları ısıtacak bir kaynak, yüzlerine gülecek sıcacık bir sarı ortadan kaybolur çünkü. Her güneş battığında içleri korkuyla dolar, onun bir daha gelmeyeceğini düşünürler. Her gün doğumunda umut kavurmaya başlar içlerini, başları havaya doğru kalkar ve gün bitene kadar güneşi takip ederler. Âşıktır bütün ayçiçekleri, içlerinde yaşadıkları bu aşk bir sır gibidir. Ne güneşe ne de birbirlerine itiraf ederler bunu. Korkaklar, kıskanırlar, incitmek istemezler bu nahif duyguyu.
Gecenin bu vaktini işte bu yüzden seçmişti Bay Müptezel. Ayçiçekleri de belki katılırdı onun korkularına; imkânsız, bir daha geri dönmeyecekmiş gibi gelen aşkına. En azından derin duygularının arasında yalnız kalmaz, biraz da olsa bir teselli bulurdu.
Elinde sönmeye yüz tutmuş gaz lambasıyla birlikte geçti boynu bükük ayçiçeklerinin arasından. Köhne ve acımasız duygular, tarlanın her tarafını mesken tutmuştu sanki. O sevgilisini, ayçiçekleri ise güneşini bekleyecekti bu karanlıkta, bu iç karartıcı rüzgârların arasında. Kendisinin de boynu büküktü aynı onlar gibi. Sonunu hiç bilmediği bir bekleyiş için buraya geliyordu her zaman. Ayçiçekleri her günün doğuşunda kavuşurdu aşkına ama o bir türlü kavuşamazdı. Gece boyu sohbet eder, içini dökerdi ayçiçeklerine bu yüzden. Onlar anlar mıydı acaba? İçindeki bu sönmez yangını, korkuyu ve sabrının tükenişini anlarlar mıydı?
Bazen ayçiçeklerini kıskandığı bile olurdu. Ayçiçekleri zayıftı, tek yaptıkları güneşi ömür boyu takip etmek ve güzel görünmeye çalışmaktı fakat onlar yine de sevdikleriyle bir olmayı başarır ve mutluluğa ererlerdi. Kendisine bakınca ise hiçbir şey göremezdi artık; o da zayıftı ama sevgilisi için onca şey yapmış, ayçiçekleri gibi sadece oturmamıştı. Ne diye onlar kavuşurdu da birbirlerine kendisi hiç kavuşamazdı? Kıskançlığı da biraz bu düşünceler yüzündendi belki de. Emeği vardı, ürperirdi en ufak yanlışı yapmaktan, hep kaçınırdı. Nedendi o zaman?
Kendince tuhaf sonuçlara varıp aşka ulaşmasının ona hak olmadığını düşünürdü ara sıra. Ayçiçeklerinin tek görevi güneşi takip etmekti çünkü sadece onu yapmakla sınırlıydılar. Onlar hak etmişti bu aşkı çünkü yapabileceklerinin en iyisini yapmışlardı. Ama ya Bay Müptezel? Belki de daha çok şey yapması lazımdı, daha fazla fedakârlık ve daha fazla aşk ile yoğrulmuş duygulara sahip olması lazımdı. Bu onun sahip olduğu zirveydi, bunları yerine getirse belki o zaman aşkı yollara düşer, geliyor olurdu.
Bunlara karşın, hiçbir zaman gelmeyen sevgilisini suçlamadı Bay Müptezel. Suçlayamadı ve her zaman kendinde aradı bütün kusurları. Çaresizce her akşam sorguladı kendini, yanlışlarını aradı. Ayçiçekleri kadar olamadığı için defalarca kan kusturdu kendine. Geceleri nefret etti benliğinden, sabahları ise ayçiçekleri ve güneşten…
Gaz lambasını düz bir taşın üstüne bırakarak artık ikinci evi haline gelmiş ayçiçeği tarlasına göz gezdirdi. İnatçı ve korkak ayçiçekleri yine sarı yaprakları çökmüş halde aşağı bakıyorlardı. Onların aşkı gelecekti, belki bunu biliyorlardı ama niye her gece böyle davranmak zorundaydılar? Bu Bay Müptezel’i çok kızdırıyordu! O, kaç yıldır görmediği sevgilisi için sessizce burada yas tutarken bu kendini bilmez ayçiçekleri daha dün gördükleri güneş için boyun büküp ağlıyorlardı. Ne kadar da bencildiler!
Acıklı gözleriyle tur atmaya başladı zifiri karanlıkta, her gelişinde sevgilisi için dua ederken bugün yalnızca yıldızlara bakmak istedi. Karanlık, beyaz bir aydınlığa bürünecek ve bununla birlikte ayçiçekleri başlarını göğe doğru çıkarıp şen şakrak gülümseyecektiler. Bay Müptezel ise onların güzelliği karşısında hayran kalacak, daha sonra kıskançlığında boğulacaktı.
“Yine ne kadar da sessiz bir gece, değil mi?”
Ayçiçeklerinin narin yapraklarına sırasıyla dokunurken iç geçirerek söyledi bunları. Sessiz bir geceydi, evet. Ama bu sessiz gecenin sevgilisine ait bir sesle bölünmesini ne de çok isterdi. Karşıda kalan malikânesinin pencerelerinden yansıyan ışık bir beden ile kesilsin, yüzüne vuran rüzgâr aniden ortadan kaybolsun. Bunlar şu ana kadar hiç olmadı, duaları bir türlü karşılık bulamadı Bay Müptezel’in. Ayçiçekleri kaçıncı kez ona keskin bir acıma ile bakıyorlardı acaba?
Titrek sesi tekrar yankılandı koyu mavi gökyüzünün altında: “Sizler, kıyamet kopmadıkça sürekli gelecek olan birine âşıksınız, imreniyorum size.” Dolmuş koyu gri gözleri önünü daha da bulanıklaştırdı ve bu da yıldızları bir çizgi halinde görmesine neden oldu. Bütün ışıkları, ayçiçeklerini bir çizgi halinde görmesine…
“Ben ise kıyamet kopsa bile bekleyeceğim birine aşığım. Acıyorum size, bu duyguya hiçbir zaman sahip olamayacak sizlere!”