“Beş yıl sonra ne olacağınızı şu andaki okuduklarınız ve beraber olduklarınız belirler.”
Bu sözü 2000 yılında ajandamın kapağına yazmıştım. Her ajandayı açışımda kapakta bu sözü görürüm ve okuma aşkım artar. Böylelikle bu yazımızın konusunu da belirtmiş olduk. Okuma, öğrenme yollarından bir tanesi olan zihinsel bir faaliyettir. Kazanıldığı taktirde insana inanılmaz faydası olan bir alışkanlıktır. Özellikle alışkanlık kısmı üzerinde durmak istiyorum. Bu alışkanlık küçük yaşlarda ve eğitim atmosferi içerisinde kazanıldığı taktirde hayatta çok mesafe kat etmek mümkün.
Düşünün bir kere sizden yüzyıllar önce yaşamış birisi ile oturup sohbet ediyorsunuz ve onunla dertleşip hem hal olabiliyorsunuz. Daha önce tecrübe edilmiş bir şeyi çok ucuza ve zahmetsiz öğrenebiliyorsunuz. Herkesin her şeyi yaşayarak öğrenmesi büyük bir zaman kaybı değil mi?
Biz ortaokul ve lisedeyken Türkçe ve edebiyat derslerinde ödev olarak roman ve hikâye okutulur ve bu kitapların özeti istenirdi. O dönemde kitap okumayışımın sebebi bu muydu acaba? Hiç ilgi alanım olmayan ve hoşlanmadığım bir kitabı okumak zorunda kalıyordum. Üniversite yıllarında gerçek manada kitaplarla ve okuma zevki ile tanıştım. Sanırım bunda, kitapçılara, sahaflara gidip kendi kitabımı seçmemin de etkisi büyük. Hatta üniversitede hazırlık okurken Sultan Ahmet Camii’nin avlusunda 11.kitap fuarı vardı ve orası çok hoşuma gitmişti. Ayrıca üniversitenin bahçesinde düzenlenen mini kitap fuarları çok ilgimi çekerdi. Bazen sırf kapakları ilginç olduğu için aldığım kitaplar bile oldu ve aslında çok da ilgi alanım olmayan kitapları da okumuş oldum. Sonra anladım ki insan önce severek okuyacak, sonra da okumayı sevecek. Özellikle anne babalardan ricam şu çocuklar önce sizin istediklerinizi değil, kendi istediklerini okusunlar sonra nasıl olsa sizin istediklerinizi okurlar.
Size beni şaşırtan bir durumdan da bahsetmek isterim. Yine üniversite okumaya başladığım dönemlerde bir gün camide hoca vaaz verirken (Ramazan ayı idi sanırım) Peygamberimize gelen ilk vahyin “Oku!” olduğunu öğrenmem beni şoke etmişti. Belki daha önce defalarca duymuşumdur ama orada bende bir farkındalık oluşmuştu. Bu bir tesadüf olamazdı ve bunun bir sebebi hikmeti olmalıydı. Yaratıcı bizi bizden daha iyi tanıyordu ve “Oku!” diyordu. Şimdi ülke olarak baktığımızda okuma sıralamasında gerilerdeyiz. Biz demek ki daha ilk emri bile doğru anlayıp uygulayamamışız. Mesele ilk inen âyetlerde de belirtildiği üzere, Kitab-ı Hakikat’i, Kitab-ı Kâinâtı ve kişinin Kendi’ni okuyabilmesi… Okumak’tan maksat, bilmek değil, olmak’tır. Nasıl okumalı? Ne okumalı? Bu soruların cevapları da önemli aslında. Nasıl ki vücudun bazı ihtiyaçları varsa aslında zihnin de ihtiyaçları var. Mide üç öğün yemeğe ihtiyaç duyuyorsa zihin de okumaya ve düşünmeye ihtiyaç duyuyor.
Fuat Sezgin’den “Kitap Nasıl Okunur?”
Talebesi Mehmet Çelebi’nin dilinden…
“Bir gün enstitüye geç vakitte gelmiştim. 16.00 sularıydı. Kış günüydü. Koca enstitüde hocam ve iki araştırmacı vardı. Işıklar loş bir şekilde yanıyordu. Karanlık bir odada hocam bir kitaba dalmıştı. Nazikçe kapıyı tıkladım. Hocam bir tepki vermedi. Sessizce kendisine seslendim; yine tepki alamadım. Bir adım attım masasına doğru ve tekrar seslendim. Hocam kitabı iki avucu arasına almış, sanki harfleri teker teker seçercesine gözleriyle satırlar arasında hızlıca akıp duruyordu. Haddimi aşarak biraz daha sesli bir şekilde seslendim. Tepki yoktu. Bu sefer korkmaya başladım. En son yanına yaklaştım ve elimle omzuna dokundum hafifçe. Bir an ürktü ve ‘Mehmet!’ diye seslendi. Çok mahcup olmuştum. ‘Ne zamandan beri buradasın’ dedi sessizce. ‘Hocam 2-3 dakikadır, kusura bakmayın bir an endişelendim’ dedim. ‘Sen hiç kitap okudun mu?’ diye sordu. ‘Okudum hocam’ dedim, ‘Sen kitap okumadın hayatında Mehmet. Kitap okumak ibadet gibidir. Allah’ın rızasını kazanmak, ilim yapmak için okuduğun zaman okumuş olursun bir kitabı. Tıpkı namaza durduğun gibi kendini etrafında olan bitenlerden arındırır, kitabın ruhuna verirsin. Ve tıpkı namaz kılan insana seslenmediğin gibi kitap okuyan insana da seslenmezsin. Bir kenara geçer onun ibadeti bitene kadar beklersin’ dedi. Utancımdan ne yapacağımı şaşırdım. Hafif tebessüm etti, ayağa kalktı ve ensemi şefkatle kavradı. ‘Nasihat ediyorum. Üzülmüyorsun değil mi? Size kitap okumayı unutturdular. İnşallah sizin nesliniz yine Kitap okuyan nesil olacak Mehmet. Milletin ve İslam âleminin akıbeti buna bağlı’ dedi.”
Her gün okumak işin özü aslında. Kişi kendisi ile yarışmayı öğrendiyse ve “İki günü eşit olan ziyandadır.” gibi felsefenin farkına vardıysa zaten her gün o kişinin okuyacağını düşünüyorum. Okurken önemli noktaların altını çiziyorum ve kitap bitince bu önemli kısımları bahsettiğim ajandama not alıyorum. Farkında olmadan kısa bir özete sahip oluyorum. Bu özetlere bir göz gezdirince kitabı hatırlıyorum. Çünkü kitabı tekrar bulmanız ve taşımanız zor oluyor. Yeni öğrenip uygulamaya başladığım bir şeyi de paylaşayım sizlerle. Okuduğum kitaplardaki önemli noktaları bilgisayara geçerek ulaşmak istediğim bilgiyi bulmak ve kullanmak daha kolay oluyor. Zamanla şunu anladım: İnsan farklı farklı konularda kitap okuyunca çok fazla kendisini geliştiremeyebiliyor. Faydası mutlaka var ama daha ayrıntıya inmek ve belli alanlara hakimiyetin artması için okumalarımızı çok da dallandırmadan belli alanlara yoğunlaşarak sürdürmeliyiz. Kişinin gündemine ve dönemine göre de belli alanlara yoğunlaşması daha verimli olabiliyor. Tarih, edebiyat, eğitim, sanat gibi.
Şunu da fark ettim ki üç gün okumadığım taktirde konuşma ve düşünme lezzetini kaybediyorum. Özellikle günün sonunda, yatmadan önce okursanız, gündelik gündemlerden kurtulup günün yorgunluğunu üzerinizden atıp rahat uykuya geçebiliyorsunuz.
Başladığım gibi son bir sözle bitiriyorum.
“Okuma aşkını kazanmayanın öğrenimi yarıda kalmıştır.”
(P. Peacu)