Müslümanca Düşünen Bir Adam

Nabi Küçük
Nabi Küçük

Gök kubbeden bir yıldız daha kaydı. Güzel insanlar, bizi yalnız bırakarak, güzel atlarına binip birer birer ayrılıyorlar bu kocamış dünyadan. Son birkaç yılda, yerleri kolay kolay doldurulamayacak ne çok büyük insanı ahirete gönderdik. Onlar gitti; bizler, deni dünyanın gamıyla baş başa kaldık.

Üniversiteyi 90’lı yılların başlarında okudum. O yıllarda dindar gençlik arasında Rasim Özdenören’in lakabı, “Rasim Baba” idi. Bu babalık; onun ağır abi duruşlu olmasından kaynaklanmıyordu sadece. Yazılarındaki ağır, felsefik üslubu etkiliydi bunda kanaatimce. Rasim Baba, genellikle deneme tarzı yazıyordu ve yazıları, fikir yazılarına has bir ağır üslup taşıyordu. Bizde filozof azdır. Olayları Cemil Meriç gibi inceden inceye tahlil eden, çıkarımlarda bulunan yazar azdır. İşte Rasim Baba, bu tarzı benimsemiş bir ağır abiydi. Yedi güzel adamın yedincisiydi. Onun irtihali ile Maraş’ta, Kara Lise’de başlayan edebi serüvenin kapağı, anılarda yaşamak üzere kapatılmış oldu. Rasim Baba, 23 Temmuz 2022’de ebedi aleme göç eyledi. Ruhu şad olsun, makamı cennet olsun. Biz onu iyi bilirdik. Güzel yaşadığına; kalemini,ölünceye kadar güzel kullandığına şahidiz.

“Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Gül Yetiştiren Adam” Rasim Özdenören’in en çok okunan kitaplarındandır. “Şu ahir zamanda, Müslümanca düşünen kaç kişi kaldı acaba?” diye sual ettiğimiz şu günlerde, üstadın “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” adlı eserini dördüncü kez okuma ihtiyacı hissettim. Hani bazı kitaplar vardır, bir okumada vakıf olamazsınız, ara sıra tekrar okumanız gerekir. İşte bu kitap da öyle bir kitap.

Arabanızın rot-balans ayarı bozulmuşsa yolda düz gidemezsiniz. Arabanız, sağa ya da sola çekme yapar. Rot-balansçıya gidip ayar yaptırmanız gerekir. İşte bu kitap, zihin yapıları iğdiş edilmiş biz ahir zaman Müslümanları için zihinsel anlamda rot-balans ayarı yapan bir kitap. O yüzden üç beş yılda bir okunması gereken bir kitap.

Bizler, ahir zaman Müslümanları olarak çok savrulduk. İki buçuk asırdır yaşamakta olduğumuz batılılaşma maceramız, bizleri; bu maceraya başladığımızda hayal dahi edemeyeceğimiz dehlizlere sürükledi. An itibariyle durumumuz ne Batılıyız ne de Doğulu… Altı kaval üstü şişhane modeli birer Müslüman olduk. İşin en kötü tarafı da bu şekilde yaşadığımız dini; hakiki İslam zannetmemiz, kendimizi sorgulamamamız…

İşte Rasim Baba’nın bu kitapta hatta bütün eserlerinde anlatmaya çalıştığı olay bu. Ne idik, ne olduk, aslımıza nasıl döneriz?

“Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı” adlı eseri ise aslında “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” in devamı mahiyetinde. “Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı” adlı eserde yazar, “Batılıların neyini almalıyız, neyini almamalıyız?” sorusuna cevap arıyor. Sonunda verdiği cevap şu: “Batılıların hiçbir şeyini almamalıyız.”

Meraklı okurlarımız için “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” den, özet mahiyetinde bir seçki hazırladık. Bu seçme paragrafları okuyan okurlarımız, merhum yazarımızın bu kitapta vermeye çalıştığı fikirler hakkında önemli bilgiler edinecekler. Bu seçkiyi kıymetli nazarlarınıza sunuyorum. Rasim Özdenören Ağabeyimizin makamı cennet olsun.

Kavram karıştırmaları yüzünden Müslümanların kafasında meydana gelen karışıklık, bazı Müslümanların, Batı teknolojisinin, üretimlerinin gözlerde büyütülmesinden ileri gelmektedir. Bunların, önemsenecek şeyler olmadığını anladığımız gün Müslümanların hayatında yeni bir safha başlayacak. S.142

Kaliforniya’nın portakal bahçelerinde portakal toplamaya çıkmış yüz binlerce tarım işçisinin günde 3 portakal karşılığında bütün gün çalışmaya mecbur bırakıldıkları için karınlarını doyuramadıkları fakat bahçe sahiplerinin fiyatları düşürmemek için toplanan portakalları denize döktükleri bir dünyada bir bozukluk olduğunu görebilmek için Kaliforniya’ya portakal toplamaya gitmiş olmamız da gerekmez. S.7

Halen 5 milyara yakın insanın yaşadığı yeryüzünde başka hiçbir ek faaliyete gerek duyulmaksızın mevcut nüfusun 10 mislini besleyebilecek seviyede bir üretim yapıldığı halde milyonlarca insanın açlıkla pençeleştiği söylenirse ortada bir bozukluğun var olduğunu ileri sürmek için zeki olmak şart değildir. S.7

Doğmuş çocuğu beslemek için sarf edilecek paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarf edildiği bir dünyada bir bozukluk, bir terslik var demektir. S.7

Daha en az 40 milyar insanın rahatlıkla barınabileceği bir dünyada 40 katlı binaların yapılmasına rağmen insanların mesken sıkıntısından şikayetçi oldukları bir dünyada akla aykırı bir düzenin işlediğinden şüpheye düşmemeli. S.8

Batı insanının konfor arayışı da onun gündelik hayatının bazı zorunluluklarından kaynaklanmaktadır aslında. Görünen şaşaanın maskesi kaldırılırsa Batı insanının tam bir şaşkınlık yaşadığı ve acınası bir durumda olduğu kolayca görülür. S.10

Artık kimseden hasbi davranışlar bekleyemez hale getirildik. Kimseye Allah rızasından bahsederek bir ricada bulunamaz olduk. Komşuluk, dostluk ilişkileri bile ucunda bir çıkar olup olmadığına göre bir değer kazanmakta ya da kaybetmektedir. S.17

Batı uygarlığı denilen ve aslında Hristiyan – Yahudi insanının şimdi değinilen yemediği şeyleri toplamak ibaresi ile özetlenebilecek tutkusu, hali hazırda aynı uygarlığın araçlarıyla bütün dünyada yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. S. 20

İslam, Batının zihin kalıplarına göre anlaşılamaz. Kendisinin dışındaki yorumlarla kendisine yaklaşılmasına müsaade etmez ancak kendisi ile kaimdir ve ancak Müslüman olan için bütün boyutlarıyla anlaşılabilir haldedir. S.22

Şimdi çağımız Müslümanlarında da İslam’a Müslümanca bakış yerine bir müsteşrikin profan bakışı yerleşmektedir. Böyle olduğu için de İslam’ın kendi hakikati içinde kavrama noktasında aynı yetersizlikle karşılaşılmaktadır. Aynı müşkülat, İslam’ı anlatmaya teşebbüs edenlerin de önüne çıkmaktadır. S.23

Batı anlayışının zihinlere bulaştırdığı bakışla İslam’ı anlayamayız. İslam’ı bugün öyle kavramak zorundayız ki kendimizi şimdiye kadar İslam hakkında hiçbir şey bilmiyormuşuz gibi farz edeceğiz. İlk Müslümanlar nasıl Müslüman olmuşlarsa biz de onların yolunu izleyeceğiz. S.23

Durumu şöyle anlatmak da mümkün. Bugün mevcut olan durum, büyük ölçüde insanların nefsaniyetlerine hitap etmektedir oysa İslam, insanların nefislerini terbiye etmesini teklif ediyor. Nefsini nefsani arzularını putlaştırmış olanlarsa putlarına kimseyi dokundurtmak istemiyor. S.28

İslam’ı bildiğini ve tanıdığını sananlara ve kendilerine göre çağdaş putlarla uzlaşmaya varmış olanlara İslam’ın hakikatini anlatabilmek daha zordur. S.29

Batı insanı, İslam’ı reddederken bilinçli bir tutum içindedir. Batılılaşmış insanın tutumuysa sadece bir kör inanç halinde belirmektedir. Batılı, neyi niçin reddettiğinin bilincindedir. Batılılaşmış insansa sadece anlamadığı için reddetmektedir. S.31

Dinin buyruklarına ve yasaklarına ancak ve yalnız dinin buyruğu ve yasağı olduğu için uyulur. Bir Müslüman için domuz eti yememenin tek sebebi, dinin bu husustaki buyruğunu yerine getirmektir. S.45

Müslümanlar halen dünyanın her yerinde kendilerine ait olmayan bir hayat tarzı içinde yaşamaktadırlar. S.48

Tiyatro konusu kafamı niçin meşgul etmişti? Bir kere, gerek mekteplerde okutulanlar gerek ilk gençliğimizde izlediğimiz yayın organları; tiyatroyu, kafamıza vazgeçilmez sanat dallarından biri olarak yerleştirmişti hatta o zaman yaşadığımız taşra kentinde tiyatro bulunmadığı halde biz tiyatroyu adeta hayatımızın zorunluluklarından biri gibi kabul etmiştik. Şimdi mesele şuradaydı. İslam; kadının sahneye çıkmasına, sesini namahreme duyurmasına müsaade etmeyeceğine göre tiyatrodan da vazgeçemeyeceğimize göre bu meseleyi İslami platformda nasıl bir çözüme kavuşturacaktık? Çözümlerden biri şu olabilir diyordum. Yazılacak eserlerde kadınlara rol verilmez, olur biter fakat bunu başarmak her zaman mümkün olmayabilirdi. O takdirde acaba kadın rollerine zenne mi çıkartmalıydı? Bunun da çirkin bir şey olduğunu düşünmekten hali kalmıyordum ve içim bu çözüm tarzına da ısınamıyordu. Osmanlı Devletine tiyatro girince zenne kullanılmıştı. Yoksa kadın rolleri ses olarak sahne dışından mı duyurulmalıydı? Görünüyor ki bu ve buna benzer akla gelebilecek çözüm yollarının hiçbiri meseleyi kökünden kesip atamıyordu çünkü tiyatroyu bir kez vazgeçilmez bir zaruret sayarak yola çıkmıştık. Bu durumda kafamız ister istemez bu zarurete bir uzlaşma ortamı aramak durumunda kalacaktı. Bizim yaptığımız da bundan başka bir şey değildi. S.49

Kapitalist mantığın verilerine göre düşünenler, faizsiz bir iktisadi ve ticari hayatın nasıl sürdürüleceğine akıl erdiremezler çünkü kapitalist mantığa göre ortada mutlaka para alıp satan bir müessesenin varlığı gereklidir. Para alıp satan müesseseyi kaldırdınız mı kapitalist iktisadiyatının temelini dinamitlediniz demektir. S.53

İslami normlara göre düşünememe gerçeği sandığımızdan daha derin ve yaygındır. Bunun belirtilerini görebilmek için çoğu zaman fazla uzaklara gitmeye derin araştırmalara başvurmaya da lüzum yok. Ağızdan kaçırılmış bir söz, küçük bir sürçülisan bile dikkatli biri için bu hususta bir belge sayılabilir. Dilimize gitgide yerleşmekte olan “din adamı” sözü, artık hemen herkes tarafından yadırganmadan kullanılabilmektedir. Müslümanlar tarafından böyle bir tamlamanın artık yadırganmadan kullanılabilmesi, göründüğünden ve sanıldığından çok daha önemli bir anlamın ifadesi olmalıdır. Bu sözler, Müslümanların farkında olmadan bir başka kültürün diliyle konuşmaya başladıklarının, kendi terimleri yerine bir başka kültürün terimlerini ikame ettiklerinin göstergesidir. S.56

Batı rönesansı Müslümanlardan sadece tecrübe, deney metodu ile tekniğini aldı. Onun, Allah’a götüren ve insanlığa hizmeti esas alan yönünü bir tarafa bıraktı. S.57

İslam; Müslümanları, kafirlere benzemekten menetmektedir. Bu her Müslüman için genel bir hüküm mahiyetindedir. Giyim kuşamdan başlayarak yemek yeme tarzına, selamlaşmaya, beşeri ilişkilerdeki tavırlara kadar günlük ve bireysel yaşantıdan toplum düzenini yöneten her çeşit kurallara kadar İslami naslara bağlı kalarak yaşamak, Müslümanları kafirlere benzemekten alıkoyacaktır. S.59

Müslüman, ne daha fazla gelir elde etmek ne total gelirin adil dağılımını sağlamak ne insanlar arasında barışı, sükûnu, kardeşliği tesis etmek için Müslümandır. Bu ve benzeri şeyler, İslami bir hayat sürdürmenin doğal sonuçları olarak ortaya çıkar. Kendi başına bunların hiçbiri ulaşılacak bir gaye ve hedef diye alınmaz. Müslüman için hedeflerin en önünde ve en sonunda bulunan biricik husus yalnız ve ancak Allah’ın rızasını kazanma faaliyetidir. S.71

Müslümanları öteki din mensuplarından ayıran birçok nitelikleri var elbet. Bunların en önemlilerinden biri de Müslümanın her amelini, her davranışını Allah rızası için ifa etmesi gerçeğidir. S.72

Kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak kalınabilir mi? Bu soruyu şöyle de sormak mümkündür. İyi bir Müslüman, kötü bir dünyanın şartlarını sineye çekerek yaşıyorsa hala iyi bir Müslüman olarak yaşamakta olduğunu savunabilir mi? S.79

Namaz kılmama izin veren bir yerde ve mesela Almanya’da veya İngiltere’de veya Amerika’da yaşıyorsam böyle bir müsaadeye bakarak iyi bir dünyada yaşadığımı ileri sürebilir miyim? Süremiyorsam ve sırf namaz kılmama müsaade edildiği için o toplumda İslam’ın emirlerini hakim kılabilmek için herhangi bir girişimde bulunmuyorsam kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak yaşayabildiğim söylenebilir mi? S.80

Demek ki kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak kalabilmem için kötülüklerin ortasında bile benim; namaz, oruç gibi ibadetlerimi yerine getirebilmem; faiz, fuhuş gibi yasaklardan kaçınmam yetmiyor. Aynı zamanda kötülüklerin ortadan kaldırılabilmesi için mücadelede bulunmam gerekiyor. Aksi takdirde kötü bir dünyada sayılmayacak kadar çok iyi Müslüman’ın bulunduğunu söyleyecektik ama bu kadar iyi Müslümanın yaşadığı bir dünyanın nasıl olup da iyi olmadığını izah edemeyecektik. S.80

Dünyanın bizi yaşamaya zorladığı hayatı kale almadan Müslümanlar kendileri için öngörülmüş hayatı, İslam’ın öngördüğü hayatı, bir Don Kişot saflığı ile yaşamalıdırlar. Böyle bir hayat tarzı, mevcut kültürün bir unsuru, bir rüknü olarak yaşayanlar için biraz delilik, biraz kaçıklık olarak görülecektir. S.82

Müslüman, bir yandan namazını kılar orucunu tutarken bir yandan da küfrün ve zulmün aleti olmaya, bilerek bilmeyerek devam ederse onda elbette belli bir bilincin bulunduğundan bahsedilemez. Bir yandan ibadetlerini hiç sektirmeden yerine getirirken bir yandan da İslam düşmanlarının emeline hizmet ederse küfür saflarında yer alırsa onda elbet bir bilincin bulunduğundan bahsedilemez. Sıcak sobanın yanında yahut güneş altında tatilini geçirirken ezan okunduğu zaman da gevşek gevşek namaz kılmaya kalkarken dünyanın başka yerlerindeki Müslümanların başına neler geldiğinden habersiz kalırsa onda elbette bir bilinç bulunduğu söylenemez. S.88

Bilinçli Müslüman haksızlığa karşı eliyle, olmazsa diliyle, olmazsa kalbi ile karşı koyar. Allah’ın düşmanlarına gene Allah’ın rızası için buğz eder. Her haliyle etkin bir tavır alış içindedir. S.89

Asrısaadette şeriat ile tasavvuf aynı anda ve bir arada yaşanırken bunlar her Müslümanın hayatında bütünleşmiş bir İslam ahlakını meydana getiriyordu. Günümüzde, bu ikisi adeta farklı şeylermiş gibi algılanmaya başlanmıştır. Bunun sonucu olarak Müslümanca yaşamanın git gide hayattan uzaklaşması, bilinmesi gereken şeylerle yaşanması gereken şeyler arasında bir fark gözetilmeye başlanması, yanlış bir entelektüelizm ile izah edilebilir. S.93

Bir hükmün varlığı Kur’an ve sünnetle sabitse o hüküm her ne olursa olsun mutlak doğru diye kabul edilir. Acaba bu hükümde bir yanlışlık var mıydı yahut şöyle de olabilir miydi diye bir tartışmanın konusu haline getirilmez. S.104

Müslüman, öncelikle kendi içini, kafasını ve kalbini her türlü putlardan arındırmanın mücadelesini vermelidir. Bu, sanıldığı kadar kolay değildir. Özellikle çağımızın getirdiği gizli putlar söz konusu olunca bu putlardan arınabilmek ciddi bir zihin ve kalp cihetini gerektirmektedir. Günümüzde insanın bağlanmak zorunda bırakıldığı putların sayısı, putperest devirlerdeki putlardan daha az değildir. Bir putpereste, taptığı taşın ona zarar ya da fayda getirmeyeceğine onu inandırabilmek belki daha kolaydı fakat günümüzün putperestliğinde insanı, nefsinin derinliklerinden yakalayan öyle putlar oluşturulmuştur ki insanları o putlara inanmaktan alıkoymak nefse fevkalade güç gelebilir. En başta insanların önüne bilim diye bir put konulmuştur. Bu büyük putun tezkiye ettiği diğer putlar ise birbiri arkasından zincirleme sökün etmiştir. İktisadi refah putlaştırılmıştır, konfor putlaştırılmıştır. Bütün bunlar ve benzerleri günlük hayatımızın en küçük ayrıntılarına kadar nüfuz sahibi kılınmıştır. Bütün bu putlar, neticede Allah’ın yasak ettiği fiil ve amelleri meşru kılma yolunda kullanılır olmuştur. S.107

Müslüman, dünyaya müstağnidir. Dünyanın ardından koşmaz. Kendisini dünyaya mecbur, mahkum, muhtaç hissetmez. Dünyaya yüz vermediği için dünya onun arkasından gider. Müslümanların dünya metaına karşı “bir lokma bir hırka…” diye adlandırılan tavrı da dünya metaına önem vermemek, dünya metaının ardından koşmamak, dolayısıyla ona köle olmamak anlamını taşıyor. S.109

Kapitalist tüketim ekonomisinin değer ölçüleri ile bakıldığında kapitalist Batı dünyası, İslam dünyasında, böyle bir hayat anlayışının, dünya metaına karşı böylesine küçümseyici tavrın hakim bulunmasını kapitalistik sızma için engel diye görmüş ve “bir lokma bir hırka” anlayışı, hücum odaklarından biri haline getirilmiştir. Aslında emperyalizmin beyliğini kırabilecek silah, bu basit formülün içinde gizli iken günümüzün İslam dünyası kendi hayat standardına küskün, küçümseyici, dahası düşmanca bir tavra yöneltildiğinden neredeyse bütünüyle silahsız bir hale getirilmiştir. Kendi silahını bırakmış fakat düşmanın silahını da edinememiştir. S.111

Bazıları diyor ki İslam’da da halife, seçim yoluyla görevlendirildiğine göre aynı sistemi uygulayan demokrasinin de İslami olduğunu kabul etmemiz gerekir yahut İslami uygulama kendiliğinden demokratik bir sistemdir aslında… Konuyu bu tarzı ortaya koymak yanlıştır çünkü nasıl komünizmin faiz yasağına bakarak orada İslami bir uygulamanın bulunduğunu söyleyemiyorsak sırf seçim konusundaki bir benzerliğe bakarak demokrasinin de İslami bir uygulama olduğunu söyleyemeyiz. S.126

Batının kafa yapısı, dini de felsefe haline getirmiştir. Dinin; hayata müdahale edecek, hayatı sevk ve idare edecek özünü iptal etmiştir. Marks “din afyondur” derken asıl bunu anlatmak istiyordu yani Hristiyanların artık insanı harekete geçirici sevk ve idare edici özünü yitirdiğini vurgulamak istiyordu. Oysa dinin hakikati doğrudan doğruya insana bir hayat tarzı getirmektedir. İslam, bir zihin fantezisi olarak indirilmemiştir, yaşansın diye indirilmiştir. Bu bakımdan herhangi bir filozofik düşünce ile karşılaştırılması yersiz olur. S.130

İslam’da, Hristiyanlıktaki anlamıyla formal bir riyazet usulü de yoktur. Bildiğimiz kadarıyla Hristiyanlıkta riyazet yapanlar yalnızca ruhban denilen din adamı sınıfıdır. Bunların katlandıkları riyazet de çoğu kez, helallerin haram kılınması biçiminde tezahür etmektedir. Mesela belli bir mezhep bağlıları, kendilerini ölünceye kadar evlenmekten menediyorlar, bazı dünyevi ilişkilerden bütünüyle koparak nefse hakim olmak adına nefislerine zulmediyorlar. Oysa genel anlamıyla riyazet, İslami yaşayışta ne bir sınıf insanın tekelindedir ne de helali haram kılma biçimindedir. Sünnete riayetle yaşayan bir Müslüman, böyle yaparken herhangi bir beklenti içinde değildir. Sırf sünnet olduğu için böyle yapmaktadır. Nefsin heveslerine değil fakat sünnetin icabına göre yaşayan bir Müslüman sürekli riyazet üzeredir. S.134

Televizyonun icadı ya da ay’a gitme, bizim tembelliğimizden kaynaklanan bir ihmalimizin sonucu olarak mı gerçekleştirilemedi yoksa iki ayrı dünyanın kafa yapısından kaynaklanan çok daha farklı bir sebebin eseri olarak mı ortaya çıkmadı? Ay’a gidememenin ya da televizyonu ve benzeri aletleri icat edememenin onları aşağılık duygusuna sürükleyecek kertede yoğunlaşmasını onları bir eksikliğin altına ezdiği muhakkak aslında. Batı uygarlığına özgü kavramların Müslümanca düşünüş tarzı içinde yer aldığı iddiasını da bu kesimde yer alan Müslümanlar ileri sürmektedir. S.141

Takip Et:
İSTANBUL / BAŞAKŞEHİR - Akif İnan Anadolu İmam Hatip Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni