Kelimesiz Öykümüz “Fotoğraf”

İyinur Ergün
İyinur Ergün

“Eğer öyküyü sözcüklerle anlatabilseydim bir fotoğraf makinesini 

peşimden sürüklemem gerekmezdi.”

 

Lewis Hine 

Tarihi Koruma Uzmanı John Maloof, 2007 yılında Amerika’da bir müzayedede bir kutu için 400 dolar öder ve bir saklama dolabında bir dizi negatif ve rulo halinde işlenmemiş film keşfeder.

Kutuyu açtığında, dünyayı kendisine hayran bırakacak bir fotoğrafçının doğmak üzere olduğundan henüz haberi yoktur. 

Vivian Maier. 50 yıl boyunca sürekli fotoğraf çekerek 100.000’den fazla negatif bırakan bir çocuk bakıcısıdır. Müzayededen film kutusunu satın alan John Maloof, gördükleri karşısında büyük bir hayretle çok sayıda sokak fotoğrafı çekmiş olan Vivian Maier’in izini sürmeye koyulur.  Maloof’un sürdüğü iz onu şaşkına uğratır. Zira Vivian Maier, yalnız yaşayan ve yaşamı boyunca, çok çeşitli yerlerde çocuk bakıcılığı yapan ve boynundan fotoğraf makinasını hiç çıkarmayan ancak çektiği fotoğrafları da kimseyle paylaşmayan bir sokak sanatçısıdır. Bu keşifle dünya bir gizemli fotoğrafçıyla tanışacaktır. Maloof, Maire gibi gizli kalmış bir fotoğrafçıyı gün yüzüne çıkarır, belgeselini çeker, eserlerinin sergilenmesini sağlar ve büyük ilgi görür. Bugün kendisini dünyaca ünlü fotoğrafçılar arasında sayıyoruz.

“Pekala, sanırım hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Diğer insanlara yer açmalıyız. Bu bir tekerlek. Devam et, sonuna kadar gitmelisin. Ve sonra birisi sonuna kadar gitmek için aynı fırsata sahip olur ve bu böyle devam eder.”
Vivian Maier

Böylesi bir yaşam öyküsünde insanın zihninde oluşan soruların en güçlüsü kuşkusuz “neden?” olacaktır. Vivian Maier’i 50 yıl boyunca fotoğraf çekmeye götüren itki neydi? İnsan neden fotoğraf saklar? Fotoğraflar yalnızca mekanik kayıtlar mıdır? Bugün her birimizin elinden hiç düşürmediği akıllı cihazlarla, dünyayı sürekli fotoğraflayarak ne anlatmak istiyoruz? Ya da neden özellikle bir nesneyi seçip fotoğraflıyoruz da diğerini değil? İnsan ile bir aygıt arasındaki ilişkinin felsefi ve ontolojik boyutları neler olabilir?

Bizde bu soruların doğmasını sağlayan fotoğraf sanatı tarihsel olarak çok gerilere dayanmaz. Başlangıçta sanat ile el zanaatları arasında görülen fotoğraf, “ışık” ve “çizmek” anlamlarının buluşmasıyla, bir objeyi veya doğadan bir parçayı, kopyalamak, resmetmek yansıtmak, mevcut görüntüyü bir cismin üzerine almak şeklinde tanımlanır. Dolayısıyla fotoğraf ışıkla yazma, çizme sanatı olarak görülür. Bugün fotoğraf, yaşamımızın tam orta yerinde durmaktadır. Gelişen ve değişen teknolojinin de yaşamımızı sarmasıyla kendimizden uzak tutamayacağımız bir gerçekliğe bürünmüştür. Helmut Gernsheim bu durumu çok iyi özetler: “Dünyanın her yerinde anlaşılan tek ortak “dil” olan fotoğraf bütün uluslar ve kültürleri bir araya getirerek insan ailesini birbirine bağlar. Siyasal etkilerden bağımsız kaldığında insanların özgür olduğu yerlerde yaşamı ve olayları doğrulukla yansıtır. Başkalarının umutlarını ve umutsuzlukların paylaşmasına izin verir, siyasi ve toplumsal duruma aydınlık getirir. İnsanoğlunun, insanlığın ve insanlık dışılığın görgü tanığı oluruz.”

Aslında fotoğrafın, tarihsel yönden incelendiğinde bir “kişi” sanatı olarak başladığını görürüz. Günümüzde ise çok yönlü kullanılan bir araca dönüşmüştür. Fotoğraf öncelikle bir haberin, öykünün anlatıcısıdır. Mesajsız bir fotoğraf karesi düşünülemez. Böylelikle bir fotoğraf karesi, neyin olmadığını değil tam olarak neyin olduğundan bizleri haberdar eder. Zira kimi zaman durumun, orada bulunmanın ve bir ânın vesikasıdır. Fotoğraf, bilimsel bir icat olmakla birlikte, bilinmeyeni anlatmak, gerçeği açığa çıkarmak ya da kanıtlamak ve tanık olmak, hafızanın yerini alan bir belgeleme yöntemi gibi anlamlar da içerebilir. Adeta sürmekte olan canlı yaşamın tüm görkemini içine alan birer zaman kapsülüdür. Her şeyden öte bir iletişim dili olduğu da örtülü bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Fotoğraf, varoluş açısından asla yenilenemeyecek olanı mekanik olarak tekrar eder. Anlamı daha da derinleştirmeye kalktığımızda bir güç ve savunma aracı dahi olabilir. Duvarımızdaki fotoğraflara ve fotoğrafa konu olanlara baktığımızda artık onun kendisiymiş gibi algılarız. Dolayısıyla Sontag’ın yaklaşımıyla zincirleriyle duvara bağlı insanoğlu bugün Platon’un mağarasında, duvara düşen gölgeleri çeşitlendirmek için var gücüyle uğraşmaktadır diyebiliriz.               

Fotoğrafçılık sanat mıdır? Değil midir? Tartışması sürerken, başladığı noktadan ulaştığı günümüze değin büyük bir evrim geçirdiğine tanıklık ediyoruz.

“’Fotoğrafçı bana Rusların nasıl giyindiğini öğretiyor: Bir çocuğun büyük kumaş şapkasını, başka birinin kravatını, yaşlı bir kadının başının etrafındaki atkısını, bir gencin saç kesimini not ediyorum… ”                      William Klein : Mayday, Moskova. 1959

William Klein’in dediği gibi fotoğrafın bilgilendirici olma özelliğinin yanında bugün artık çok derin anlamlara da hizmet etmekte olduğunu görüyoruz.

İnsan belki de yaşam karşısında, Cemil Meriç’in Jurnal’inde altını çizdiği ve aşkın, dinin ve kahramanlığın kaynağı olarak belirttiği varoluşsal bir tavır alıyor: “Ne kadar cesur olursak olalım, yokluk bizi ürkütüyor. İz bırakmadan silinmek, bir kurbağa gibi gebermek, bütün rüyalarımızla bütün acılarımızla yok olmak… İnsan zekası bu kadar trajik bir sonu zor kabul ediyor. Vücudumuzu aşmak, ‘ben’in dar ve sevimsiz geometrisinin ötesine geçmek, sonsuza yönelmek, bir insana sarılmak, hatıralarda yaşamak.

Her fotoğrafın bir öykü ve hatırayı barındırdığını düşündüğümüzde bugün, haber verici ve anı oluşturmayı da aşan, başkalaşan bir noktaya ulaştığından söz etmek kaçınılmaz. Fotoğraf, geçmişte özel zamanlarımızı ayine çeviren bir etkinlik iken bugün, yaşamın gerçekliğini sorgulatan bir eylem olma özelliği taşıyor. Anın içindeyken anı yaşamak yerine halen yakalamak için uğraşmanın yanılgısı bizleri esir almış gibi görünüyor.

Kafka’nın “kendini yanılt” diye tabir ettiği fotoğraf, ona göre insan gözünü yüzeysel olana yoğunlaştırır. Bu nedenle nesnenin hatları arasında kalan gizli yaşamı görmemizi engellediği için bizlere adeta sadeleştirilmiş sinek görüşü kazandırdığını söyler.

Ontolojik bir problemi de beraberinde getiren bu yeni görme biçimini mitolojiye kadar götürdüğümüzde, kendisine aşık olanlara aldırış etmeyen ancak bir gün nehir kenarında kendi yansımasını görüp aşık olan, öylece kalarak yemeyi içmeyi unutan ve ölüme yürüyen Narkisos’u hatırlatır. Günümüz insanının fotoğraflar aracılığıyla onaylanma ve tecrübeyi çoğaltma ihtiyacı, bugün herkesin bağımlısı olduğu estetik bir tüketiciliğe dönüşmüş görünüyor.

Güney Koreli filozof  Byung Chul Han, bu tavrı çok daha sert bir dille açıklar : “Selfie bağımlılığı bencillik değil, insanın kendisiyle kurduğu narsistik ilişki üretmektedir. Selfieler içi boşalmış, özgüvensiz kendiliğin güzel, pürüzsüz yüzleridir. Günümüzde eziyet çektiren boşluktan kaçmak için jilete ya da akıllı telefona el atılmaktadır.”

Bu durum yakın yüzyılda Psikoloji otoritelerinden olan Lacan’ın “Ayna Evresi” ile daha da önemli bir yere oturur. “Ayna Evresi” bir bebeğin ayna ile ilk karşılaşma anına kadar bir “ben” bilinci taşımıyor olması ve karşılaşma sonrasında dikkat kesilerek ve bundan haz almaya başlamasını anlatır.  Oysa bebeğin aynada gördüğü varlık yanılsaması bir gerçekleşmemişliktir. O yüzden bunu “ Tüm insanlar vaktinden erken doğar” sözüyle Lacan adeta pekiştirir.

Bugün narsistik tavrımızı besleyen, endüstrileşmiş toplumların insanı görüntü bağımlılığına çevirdiği ve büyük bir zihinsel kirlenmenin yaşandığı bir görme biçimiyle karşı karşıyayız, diyebiliriz. Adeta Fransız şair, Stéphane Mallarmé’in “dünyadaki her şeyin bir kitapta son bulmak için var olduğunu” hatırlatırcasına “bugün de her şey bir fotoğrafta son bulmak için var oluyor” diyen Sontag tam da bu ontolojik kayboluşa dikkat çekiyor.

Buradan bakıldığında fotoğraf temelde bir varoluş vesikası iken bugün bizi yokluğa ve hafızasızlığa sürükleyen bu görme biçimi olarak kuşkusuz bizi üzerinde düşünmeye davet ediyor.

İnsanı ontolojik ve epistemolojik yönlerden çevreleyen kelimesiz öyküler barındıran fotoğraf, gelecekte çok daha farklı anlam kapıları aralayarak yeni öykülerle karşımıza çıkacağa benziyor.

Felsefe Öğretmeni/Çınar Koleji