Karne Notu

Sibel Oğuz
Sibel Oğuz

Seni yoldan geçen satıcılara anlatacağım. Yaran olmadığı hâlde “İhtiyacım var.” deyip yara bandı aldığını söyleyeceğim. Oysa parmaklarında kesik yok, burnunun ucunda koca bir sivilce de. Sen o yaşı çoktan geçtin. Evet evet, bunu tahmin etmek güç değil. Yüreğin kanıyor, biliyorum ve bunu satıcının bilmemesi gerektiğini de biliyorum. Senin kızın olmak her şeye hâkim olmak demek ise bunu başardım. İnsan yapamadıklarından sorumlu mudur? Balkona kuruması için serdiğimiz cevizleri çalan kargaları cezalandırmak kimin fikri? Herkes nasibini yer, diyen sen değil miydin ya da çocuklara taş atanları taşlamamak suç mu? Söylesene bana, biz neyin huzursuzluğunu yaşıyoruz? Hâlbuki dünya pekâlâ yaşanılabilir bir yer, öyle diyorlar. İkimiz de neden kalbimizden kanıyoruz? Belki de bir cerraha gözükmek bize iyi gelecek, kim bilir?

Seni durup durup kaldırımlara anlatacağım, karıncaları ezmemek için yavaş yürüdüğünü söyleyeceğim. Bana katilin kızı diye sesleniyorlar. Onlara, bunun doğru olup olmadığını karıncalara sorun diyeceğim. Şiir yazan bir adam bir canlının yaşamına göz diker mi? Sen ki bana peygamberimizin asırlara yayılan davranışını öğretensin. Beni sözleriyle taşlayanlara, içinde gülün adı geçen cümleler kuracağım. Evet baba, senin bir iftiraya kurban gittiğini herkese kanıtlayacağım.  Fakat bunun için biraz daha büyümeye ihtiyacım var.

Değişim şart, demekle haklıymışsın. Sen gideli duvardaki saat dışında her şey değişti. Yavru kediler anne oldu. Annem lisede ona yazdığın mektupları artık göğsünde saklıyor. Aşk hikâyesi nasıl yazılır ki? Aslında nasıl yazıldığına dair bir fikrim elbette var fakat sicilin nedeniyle adresine ulaşmayacak. O nedenle bilmemek en güzeli. Saçlarım uzadı kaldığı yerden. Annem uçları kırık, deyip durmadan kesiyor. Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz. Bana aldığın bileklik küçük geliyor koluma. Sen sıkılan bileğin acısını iyi bilirsin. Kaç kez kurudu kaç kez yeşerdi mandalina ağaçları. Annemle kabuklarını sobanın üzerinde kuruttuk. Sen gelince narenciyeli kek yapacaktık, olmadı. Eskisi gibi iyi pişirmiyor fırınımız. İçi hamur kalıyormuş, annem öyle söylüyor. Kuruttuğumuz mandalina kabuklarını komşulara verdi. Sadakamız olsun, dedi. Şimdi baba, Allah aşkına söyle, suyu çekilmiş kabuklar kazayı, belayı defeder mi? Seni geri getirir mi? Geçenlerde Fuat Öğretmen herkes babasına şiir ya da mektup yazacak, dedi. Zorunlu olmasa tövbeler olsun kalem oynatmazdım. Karne notuna geçecekmiş. Ne bileyim, şiiri seçtim. Mektup yazmak zor iş baba. Daha doğrusu ne kendimle ne de seninle yüzleşmek istedim. Bu ikimize de ağır gelecekti. Bırakalım bazı şeyler örtük kalsın, değil mi?

Şiirimin başlığı “Narenciye Bahçesi”. Törende gururla okudum. Seni hecelere böldüm. Bir baba kaç harf, dedim. Arkamdan sesler işittim. Senin baban beş para etmez, dediler. Doğrusu haklı olabilirler. Senin parayla işin olmaz ki. Ama ben sana çekmedim. Bozuklukları biriktiriyorum. Tuval alacağım. Aramızda kalsın seni çizeceğim. Fırçayı kalın bıyıklarına sürteceğim. Gri siyah karışımı. Uzaklara bakıp güleceksin. Annemi kenara kaydırıp seni baş köşeye oturtacağım. Herkes ait olduğu yere oturmalı değil mi?

Bu arada karne notları açıklandı, seksen sekiz almışım. Şiirin bir etkisi olamamış anlayacağın. Hâlbuki bana beş puan katacağını düşünüyordum. Anneme doksan üç ortalamam var demiştim. Bunu ona nasıl anlatırım, bilmiyorum. Sanırım Fuat Öğretmene de cimrilik bulaştı, ne diyeyim! Çok zaman oldu başımın ortasında bir yara çıktı. Üzerindeki kabuğu kaldırdıkça yeniden kabuk bağlıyor. Annem diyor ki: Bazı yaraların iyileşmesi için zamana ihtiyaç var. Senin gelişin için de aynı şeyi söylüyor. Dün marketten saksı aldım, karanfil ekeceğim. Senin adını vereceğim ona. Gün aşırı sulayacağım.

Annem diyor ki bazı bitkiler balkonda yetişemez. Bence bu doğru değil, inandığın şeyi pekâlâ büyütebilirsin, demiştin. Bizim balkonda karanfiller çiçek açacak. Ben ise seni daima yüreğimde taşıyacağım.

Hayır hayır, baba kızına nasıl ağır gelebilir ki?

Şimdi izninle okula gitmem gerek. Sana sözüm var, büyük adam olacağım. Büyüklüğün ölçütü nedir, onu da bilmiyorum ya. Her neyse!

Babalar Günü’n kutlu olsun! Kalbindeki kanamaya dikkat et. Yara bandını sık sık değiştir. Açık yaralar mikrop kaparmış.

Kişi cennetini kendi inşa edermiş. O hâlde orada görüşmek üzere…

1980 Kars'ın Sarıkamış ilçesinde doğdu. Çocukluğu Sarıkamış'ta geçti. İlkokul eğitimini burada, lise ve üniversite eğitimini ise İstanbul'da tamamladı. İstanbul üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Pedagojik formasyon (felsefe) eğitimini de burada tamamladı. Küçük yaştan itibaren yazmaya meraklıydı. Kendi içinde yaşadığı çatışmayı, yazarak çözmeye çalıştı fakat başaramadı. Uzun yıllar edebiyat atölyelerine katıldı. Çeşitli hocalardan dersler aldı. Dört yıldır Feridun Andaç Bey'in edebiyat atölyesinde eğitimini sürdürmekte. Öykülerinin merkezine insanı koydu. Evrensel olma yolunda gayretleri var.Öyküleri, Türk Dili dergisi, Kafkaokur, Mahalle Mektebi, Daima Edebiyat, Yediiklim dergisi, İshak edebiyat, Litera Edebiyat, Ogitto ve çeşitli dijital ortamlarda yayınlandı. Birçok kurumda söyleşiler gerçekleştirildi. Evli ve iki çocuk annesidir. Annem Zeytin ve Çay, adlı eseri ekim ayında okuyucuyla buluştu. Kısa bir süre sonra ikinci baskıyı yaptı.