Yolunu Kaybetmişlerin Yitik Rehberi: Kitaplar
Söz ile başladı bütün hikâye. Sözler sözleri kovaladı. İnsan anlatmak için derdini dağlara taşlara resimler çizdi, yazılar yazdı. Yazıtlar dikti mezarların yanı başına. Mezar taşlarına yazdı özlemini, hasretini, sevgisini, isyanını. Söz ile başladı her şey. Müzik de bir sözdü, mevsimler de. Yağmur da göklerin sözüydü, rüzgâr da. Sözdü her şeyin ilki. Söz olmadan nasıl yaşardı insan? Kelimelerin büyülü dünyasına da bir sözle giriliyor aslında.
“Oku!” ama Neyi?
Elbette Kendini
Ne ilginçtir ki; vahiy için gelen meleğin, Ruh’ül Kudüs’ün ilk sözü, “Oku!” olmuştu. Okumak nasıl bir eylemdi ki; bir vahiy meleği ilk söz olarak bunu fısıldıyordu. “Ben okuma bilmem” diyen Peygamber ve ısrarla “Oku!” emrini yineleyen vahiy meleği… Lütfen gözleriniz açık şekilde bu manzarayı tahayyül etmeye çalışın. Bir emir olarak okumak, insanın asli vazifesi olarak görünmedi mi size de? Peki, nereden başlayacağım okumaya? En yakından, yani kendimden… Benliğimizi, hislerimizi, korkularımızı, isteklerimizi, davranışlarımızın sebeplerini… Her şeyi ama her şeyi okuyarak ancak insan olma yolculuğumuzda kaybetmeyiz yönümüzü. Hırslarımız, benliğimizi sarıp sarmalayan hasta yanlarımız ancak sayfa sayfa, altını çize çize okuduğumuzda; temizlenecek, iyileşecek, deva bulacak…
Okumaktan Korkma!
Kendini okumaktan korkan bir insan nasıl kaybolabilir Dostoyevski’nin satırlarının arasında o karanlık Çarlık Rusya’sında? Kendini okumaya cesareti olmayan birisi nasıl çıkar Michael Ende ile Bitmeyecek Öykü’nün yolculuğuna? Bir sabah uyandığında kendisini yatağından doğrultamayan bir böceğe dönüşmüş Kafka’nın Gregor Samsa’sının yolculuğuna nasıl eşlik edebilir? Sanayi Almanya’sının insanı öğüten, en kıymetli sermayesi olan şahsi zamanını tüketerek beslenen, koca dişli kapitalizmi nasıl hicvedecek MOMO ile kol kola yürüyemeyen bir zihin? Hayal dünyasının sınırlarını nasıl zorlayacak insan okumadan? Hayatın ve ekranların karşısında bir “seyirci” konumundan, başrol oyunculuğuna nasıl yükselecek okumazsa? Hayatının idaresini eline alıp “Benim söyleyecek bir sözüm var ey insanlar!” diyerek er meydanına çıkabilecek mi bir kitabın arasında kaybolmadan?
Biz “Nesne” Değiliz, “Şey”leşemeyiz!
İnsan lüks evler, lüks arabalar, pahalı eşyalar arasında gittikçe “şeyleşen”ruhunu nasıl özgürleştirecek? Ağaçsız beton yüzeylerde, peyzaj yığınlarının arasında kaybolan yıldızları, Küçük Prens’in gözüyle nasıl görecek? Ömründe bir defa bir kitabın arasında kaybolmayan birisi nasıl “Ben yaşadım.” diyecek?
Son Model Telefon Mu? Ne Çocuğumun İhtiyacı, Biliyor Muyum?
Ey anneler, babalar! Çocuklarımızın kitaba ihtiyacı var. Okuma setleri değil bahsettiğim. Onlara yeni dünyalar inşa edebilecek, tutup minik ellerinden sonsuz bir yolculuğa çıkarabilecek kitaplara…
Onların lüks mobilyaların ve ekranların arasında yitirdikleri bir çocukluğa değil; sayfalardan sonsuzluğa açılan büyük hayallere ihtiyacı var.
Onların son moda spor ayakkabılara değil; birlikte koşacak anne baba ayaklarına ihtiyacı var.
Onların yeni çıkan cep telefonu modeline değil; telefonu sevgiyle açan anne baba sesine ihtiyacı var.
Onların rengârenk oyuncaklara değil; birlikte oynayacak çocuklara ihtiyacı var.
Siz gazoz kapağından nice oyuncak üreten nesilden değil miydiniz? Nerede kaybettiniz o yaratıcı, devasa hayal gücü olan çocuğu?
Çok Çalıştım, Trilyonlar Bıraktım, Yine De Yaranamadım!
Çocuklarımıza mirasımız mal mülk değil; satır satır okunmuş kitaplardan müteşekkil bir kütüphane olsun.
Çocuklarımıza mirasımız “OKUR” olmanın ayrıcalığı ile hayata bambaşka pencerelerden bakabilmemiz olsun.
Okuduğumuz her satır, yalnız bizim yolumuzu aydınlatmayacak, ardımızdan gelen çocuklarımızın da aydınlığı olacak. Bu yazıyı çocuklarımıza kitap okumayı nasıl sevdiririz sorusuna cevap olsun diye yazacaktım. Düşündüm ve vazgeçtim. Biz okuyalım, okuyan anne baba olalım. Biz okudukça onlar zaten okur. Kitaplar yolunu kaybetmişlere bir şekilde kendini buldurur.