İnsanın toplum içerisinde rahat ve ideal bir biçimde yaşayabilmesi için kanunen verilen birtakım hakları vardır. Bu hakların en temeli nihayetinde yaşama hakkıdır.
Yaşama hakkının yanı sıra özgürlük hakkı, konut dokunulmazlığı, seçme ve seçilme hakkı ve özel yaşamın gizliliği gibi yaşama hakkını korumaya yönelik haklar da vardır. Bunların dışında daha bir sürü hakkımız olduğunun bilincindeyiz. Peki bu hakları tam anlamıyla anlayıp yaşamımıza yansıtabiliyor muyuz?
En basitinden özgürlüğü ele alalım. Çoğu kişi “Senin özgürlüğünün, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter.” sözünü duymuştur. Evet, bu durum kağıt üzerinde geçerlidir ancak insanın duygularına, düşüncelerine, kişiliğine hatta çevre ve aile yapısına göre bile bu sözü hayatında kullanma biçimi farklıdır.
59 maddelik Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmasına rağmen nasıl hâlâ milyonlarca cezasını çekmeyen, haksız yere ceza çeken, hakları korunamayan ya da düzgün korunmayan insan var? Madem en basit yaşama hakkı bile kanunlarca güvence altına alınıyor, uygulamadaki uyumsuzluk neyden kaynaklı? Kağıtta yazılanlar uygulamaya geçirilirken ne tür sorunlar yaşanıyor? Her bireyin belli bir sınıra kadar özgürlük hakkı var demiştik, ancak haberimizin dahi olmadığı kaç bin kişi vardır özgürlük hakkının kısıtlandığı? İşte bu yüzden kağıtta yazılanlar sadece haberimiz olan olaylardaki kişilerin yarısının hakkını koruyabilir.
Sonuç olarak insan haklarını toplumun zihnine kazımalıyız. Ne zaman tüm toplum, ülke, dünya olarak tüm insanların eşit ve aynı haklara sahip olduğunu; bir çocuğun veya bir kadının, sahip olması gereken hakların hiçbir kişiliğin kısıtlayamayacağını kendimize kabul ettirirsek işte o zaman hiçbir bireyin kağıt üzerindeki maddelerin ve ceza alma sürecinin düzgün gitmeyeceği gibi nedenleri düşünmesine gerek kalmaz.