“Kamus namustur.” der Cemil Meriç ve ekler: “Kamusa uzanan eller, namusa uzanmıştır.” İyi ama Cemil Meriç’e bu emsalsiz ve ağır benzetmeyi yaptıran nedir? Bir dilin kelime hazinesi bir milletin en önemli değerlerinden biriyle özdeşleştirilebilir mi? Yahya Kemal daha müşfik: “Türkçe ağzımda annemin ak sütü gibidir.” Naili ise uzaklardan aynı manaya gelecek tılsımlı bir cümleyle seslenir bize: “Türkçenin fezasında tabiatımın atını koşturdum.” Üç düşünürümüzün de bize söylemek istediği şey aynı: Türkçe; bir dil olmanın ötesinde Türk’ün karakteridir. Bizi biz yapan değerlerin, atalarımızın benliğinin, duygu ve düşüncelerinin ham maddesi; kültür okyanusumuza akan en büyük nehirdir. Peki bizler Türkçeye hak ettiği değeri veriyor muyuz ve daha da önemlisi bu durum bizim umrumuzda mı?
Yaşamakta olduğumuz coğrafya batılılaşmanın gölgesinde “dil ve kültür sömürgeciliği” diyebileceğimiz sosyal bir saldırı altındadır. Dilimiz her geçen gün yabancı dillerin boyunduruğu altına girmektedir. Öyle ki birçok durumda medyanın da etkisiyle kendimizi ifade edecek Türkçe kelime dahi bulamamaktayız. “Selfie çektirmek, absürt bir durum, fastfood yiyecek, adapte olmak, çok iyi ambiyans, okeylemek, part time çalışmak, bye bye vb.” daha birçok kelime Türkçemizi kuşatmış durumda. Peki bu durumda bizi hangi tehlikeler bekliyor?
Yapılan bilimsel bir araştırma konuşulan dilin yeni nesillerin düşünce ve davranışlarına doğrudan etkisi olduğunu gösteriyor. Yabancı kelimelerin dilimizi ve dil yapımızı kirlettiği aşikar. Dilin kirlenmesi demek düşüncenin de aynı oranda kirlenmesi demektir. Düşünce kirliliği de toplum kirliliğine yol açar. Zira dil, kültüre ve düşünceye hayat verir. Düşünceler ise topluma biçim ve ruh kazandırır. Çünkü insanlar kelimelerle düşünür. Yabancı kelimelerle düşünmek hayatımızı ‘biz’ olarak yaşamamıza engel olur. Yabancı kelimelerin dilimizdeki bu etkisi yalnızca dilimizi değil kültürel zenginliklerimizi de bozacaktır. Bu açıdan düşünüldüğünde toplumumuz-özellikle yeni nesil- kimlik bunalımına girecek ve kendi medeniyetinden yavaş yavaş uzaklaşacaktır. Oktay Sinanoğlu haklı: “Türkçe giderse Türkiye gider.”
Bir diğer tehlike ise yabancı kelimelerin istila ettiği bir dilin kendine ait yeni kelimeler üretemez hale gelmesidir. Türkçe asırlardır belli coğrafyalarda kendini göstermiş, çeşitli dillerle akrabalık kurmuş, alışveriş yapmış ve daima ayakta durmuştur. Başka dillerden kelimeler almış olsa bile bu kelimelere kendi ruhunu vermiş, onları kültür okyanusumuza kazandırmıştır. Zira yine Oktay Sinanoğlu’nun şu sözünü burada hatırlamak gerekir: “Unutmayın başka hiçbir dil bilmeden sizi Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar götürebilecek tek dil vardır: TÜRKÇE”. Üstad iyimser fakat bu coğrafyada İngilizce, Rusça ve Çincenin bilinçli saldırıları düşünüldüğünde kendi içimizde ve sınırın bir adım ötesinde bile Türkçenin kaybolduğunu gözlemlemek, bu coğrafyadaki etkisini yitirmeye başladığını görmek zor olmayacaktır.
Dilimize ve kültürümüze karşı yapılan bu saldırıya karşı en iyi savunma Türkçe düşünmek, Türkçe yazmak, Türkçe okumak, Türkçe sevmek, Türkçe paylaşmaktır. Zira Türkçe; Türk’ün ses bayrağıdır. Zalime karşı çekilen ilk silah, mazlumun duyduğu tek şefkattir. Onu yabancı kelimelerle kirletmek tarihimize, atalarımıza ve karakterimize yapılan en büyük haksızlıktır. Bütün bu saldırılara rağmen Türkçenin değerini bilen duyarlı yazarlar, birtakım medya organları, sivil toplum kuruluşları ve en önemlisi öğretmenler bana göre Bilge Kağan’ın asırlar öncesinden söylediği şu cümlenin temsilcisi konumundadır: “Ey Türk beyleri, milletim, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir?”