Bulgaristan; yurtdışına ilk kez çıkmak için, uygun bir ülke; hem yakın hem Türk asıllı çok insan var hem de İngilizce bilen epey kişi olduğu için yabancılık çekmezsiniz. Biz de nereden başlayacağımızı düşünürken dünya seyahatimize! meslektaşımız Sibel Yiğit ALAŞALVAR ve eşi Serdar ALAŞALVAR’ın teklifi ve rehberliğinde, iki aile gittik. Öncelikle tren iyi bir tercih olacaktı ama yer bulamadığımız için otobüs ile gittik.
Bulgaristan sınırından girdikten sonra yol boyunca, yolun sağı ve solu hep ceviz ağaçları ile kaplıydı. Bu ceviz ağaçları Ruslar döneminde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde dikilmiş. Bunun nedeni ise: ülkeye giren yabancıların, halkın fakirliğini görmemesi için.
Bulgaristan’a girdiğimiz ilk mola yerinin her tarafında başıboş köpekler sürü halinde gezmekteydi. Gittiğimiz her yerde özellikle Türkiye sınırına yakın olan marketlerde Türk Lirası kullanılıyordu. Sofya’da hem avro hem de leva kullanımda idi.
İlk olarak Sofya’da girdiğimiz marketlerde ürün çeşitliliğinin azlığı dikkatimizi çekti. Olan ürünler çoğunlukla alkollü içecekler ve hazır gıda maddeleriydi. Sofya genelinde kafe ve kış bahçeleri oldukça yaygın.
Belediye kamyonlarının oldukça eski oluşu dikkatimizi çekti, otobüs, tramvay vs. 1960’lı yıllardan kalmaydı. Bu durum ülke ekonomisi hakkında fikir sahibi olmamızı sağladı. Bazılarına göre SSCB devrinden bile kötü durumdalar. Galiba “Yağmurdan kaçarken, doluya tutulmuşlar.”
Sofya’da araba sayısının fazla olmayışı dikkatimizi çekti, lüks araba azdı. Ortalama bir Anadolu şehri kadar bile araba yoktu. Kaldırıma yaklaşınca karşıya geçmek için, eğer trafik işareti, trafik lambası vs. yoksa durup sizin geçmenizi bekliyorlar, kurallara uyma konusunda Bulgar devleti halkını, iyi eğitmiş, tebrik etmek lazım. Hız limitlerine uyma konusunda da son derece dikkatliler. Bu başarılı eğitimde de en büyük etken, çok ağır cezalar.
Ülkenin en büyük otogarı olan Sofya Otogarı, büyüklük olarak, ortalama bir Anadolu ilçesi otogarı kadardı. Tren garı ise gayet büyük, oldukça geniş bir tavanı olan, sanatkârane bir yapıydı. Gece kapalıydı, şehirde gece açık olan hiçbir yer yoktu. Otobüsten erken inince sığınacak bir çatı altı yoktu, otobüsle gelecekler bu durumu göz önünde bulundursunlar.
Şehirlerarası yollar, Sovyetlerden kalma bir mantıkla, güvenlik amaçlı olarak dar. Buna mukabil şehir içindeki yollar ise bir o kadar geniş. Hatta kaldırımları bile oldukça geniş.
Otel fiyatları Türkiye şartlarına göre biraz yüksek. Önceden rezervasyon yaptırırsanız ucuza bulma ihtimaliniz var. Ancak Türkiye’deki konforu bulamazsınız. Otelin temizliği fena değil. Kahvaltı var ancak oldukça sade, çeşit az. Daha çok paketli şeyler var. Öğle ve akşam yemekleri ise zaten yok. Temizlik görevlisi Türk asıllı Bulgaristan vatandaşıydı, onunla konuşarak şehir hakkında, ülke hakkında bilgi edindik.
Osmanlı hâkimiyetine 1382’de giren Bulgaristan’ın başşehri Sofya’yı, mimarî eserlerle donattı. Osmanlı İmparatorluğu bu topraklardan çekildiğinde, ardında 32 cami ve mescit, 8 medrese, 15 tekke ve zaviye, 3 imaret, 2 türbe, 13 han ve 7 kervansaray olmak üzere, toplam 170 vakıf eseri bıraktı. Şu an bunlardan geriye sadece tek cami kalabilmiş: Banyabaşı Cami.
Banyabaşı Cami 1566 yılında, Kadı Seyfullah adında bir hayırsever tarafından kurulduğu için bazı kaynaklarda onun adıyla da anılmaktadır. Caminin tamir kitabesinde camiyi, Mimar Sinan’ın yaptığı söyleniyor. En dikkat çekici özelliği geniş kubbesi ve minare yüksekliğidir. Sofya’nın göbeğinde, şehrin en büyük caddesi olan Mariya Luiza Caddesi’nde, Sofya Merkez Hamamı ile hali arasında, Tsum diye bilinen en büyük ticaret mağazasının alt tarafında bulunmaktadır. Ana binası kare şeklinde tasarlanan caminin 4 köşesi, 1 merkezi kubbesi ve 1 minaresi var. 16. yüzyılın eğilimlerine uygun inşa edilen caminin ön kısmında 3 kubbeli bir dış bina da yer alıyor.
İlk olarak bu camiye, Banyabaşı Camii’ne gittik. Cami küçük, geleneksel Osmanlı, Türk mimarisi ile yapılmış bir cami. Şehirdeki tek cami olduğu için cuma namazında adım atacak yer yoktu. Cemaatin yaklaşık yarısı şehirde çeşitli nedenlerle bulunan İslam dünyasının değişik ülkelerinden gelen insanlardı. Diğer yarısı da şehirde yaşayan Bulgaristan vatandaşı Türklerdi.
Namaz sonrası, cami görevlileri ile tanıştık, milli konularda birçok Türk’ten daha bilinçli insanlardı. İnsanın aklına yeni bir mübadele gelmiyor değil.
Türkiye’den gelen insanlar için tuvalet bu ülkede büyük bir sorun, şehirde iki tane bize uygun tuvalet var, birincisi bu caminin tuvaleti, ikincisi ise caminin tam karşısında bir Türk restoranı var, buranın tuvaleti. Başka bir yerde girme ihtiyacı duyarsanız, kesinlikle yanınıza büyük bir pet şişe su alın.
Şehirde birkaç tane Türk lokantası varmış, Biz caminin karşısındaki lokantayı tercih ettik, hem merkezi bir yerde, hem de otelimize çok yakın, öğlen ve akşam yemeklerini burada yedik. Sahibi Adapazarılı. Fiyat ve kalite olarak Türkiye standartlarında bir lokanta.
Caminin karşısında Tsentralni Hali (Merkez Hal) bulunuyor. Burası sebze, meyve hali. Aynı zamanda kuruyemişten, şarküteriye, hediyelik eşya satıcısından çiçekçiye irili ufaklı çok sayıda dükkânı barındıran eski tip bir hal. Çok merkezi bir konumda yer alan bu yerel hale, halkı gözlemlemek için gitmek gerekiyor. İki katlı bir yapı. 1911 yılında ticaret merkezi olarak yapılmış, hala güncel olarak kullanılmakta, Sofya halkına yeterli olmakta. Çarşıyı gezdiğimizde Türk malları ile dolu olduğunu gördük, bazı dükkânların yüzde yetmişi Türk ürünleri ile doluydu. Bu Çarşı 1900’lerden bugüne restore edilerek orijinalliğini korumakta, hala en önemli ticaret merkezi olarak kullanılmakta.
Sofya’da gezerken bir Starbucks’a rastladık. Bulgaristan’da ender gördüğümüz gençler Starbucks’a girebilmek için soğuk havada kapının önünde sıra olmuş bekliyorlardı. Bir grup genç de TV yarışmalarına hazırlanır gibi, İngilizce şarkılar eşliğinde rap dansları yapıyorlardı.
Şehirde alışveriş yaparken yanınızda bozukluk taşımaya dikkat etmelisiniz, para üstü alırken dikkatli saymalısınız.
İçindeki heykelleri, gölleri ve çiçek tarlalarıyla Borisova Gradina Parkı, Sofya’nın güney doğusunda yer alıyor. Binin üstünde hayvanın bulunduğu hayvanat bahçesine de ev sahipliği yapıyor. İçinde stadyum barındıracak kadar geniş bir alana sahip, uzun yürüyüşler yapılmasına imkân tanıyor. Parkta 1956’da inşa edilmiş, 42 metre yüksekliğindeki ‘Kardeşlik Tepesi’ olarak da adlandırılan ‘Komünizm Anıtı’ var.
Şehirdeki bütün önemli tarihi yerler yürüme mesafesinde, birbirine çok yakın. İyi bir planlama ile bir –iki gün içinde hepsini gezmek mümkün. Yanımızdaki çocuklar yağmur ve soğuğa aldırış etmeden otelin verdiği şemsiyelerle gezdiler. Giray fotoğraf çektirmeyi pek istemedi; ama Begüm ve Mert her fırsatta muhteşem tabiat renkleri arasında poz vermeyi ihmal etmedi. Özellikle en minik seyyahımız Çağan Alp yağmura hiç aldırış etmeden iki gün boyunca yürüdü ve meraklı gözlerle şehri inceledi. Çocukların bu seyahatte sorduğu en önemli soru “ Çocuk yok mu?”… Zira sokaklarda çocuk yok gibiydi.
Şehirde çok sayıda müze var. İlk olarak Ulusal Sanat Galerisine gittik. Bulgarların tarihsel gelişimini yansıtan bir müze. İçerisinde, 60,000 eser sergilenmektedir. Gıcırtılı tahta merdivenleri, dev şömineleri ve yüksek tavalarıyla mistik bir atmosfere sahip olan müze binası da en az içerisinde bulunan sanat eserleri kadar ilgi görmektedir. 1382 yılında Bulgaristan Osmanlılarca fethedildiğinde, görkemli binanın bölgenin yönetiminden sorumlu Osmanlı paşasının konağı olarak kullanılmış.
Alexander Nevsky Katedrali, Alexander Nevsky Meydanı’nda bulunan 10 bin kişinin aynı anda ibadet edebildiği, 3 bin metre karelik bir alanı kaplıyor. 1877-1878 yılında Osmanlı Rus Savaşı’nda (93 Harbi) ölen 200. 000 Rus askeri anısına 1882 yılında yapımına başlanan bu katedral 20 yıl sonra 1912’de tamamlanmış. Katedralin kubbeleri altın kaplama. Osmanlı eserleri yıkılarak yapılmış geniş bir eser.
15. yüzyılda inşa edilen Büyük Camii’nin içerisinde şimdi, Ulusal Arkeoloji Müzesi var. 1994 yılında minareleri sökülüp müzeye dönüştürülmüş. Trakya İmparatorluğu, Yunan ve Roma dönemlerine ait sanat eserlerini, obje ve tarihi kalıntıları barındıran bir müze. Bulgar Krallığı dönemine ait parçalar yer mozaikleri müzenin en önemli eserleri arasında yer alıyor. Bu müzedeki en dikkat çekici şey Osmanlı’ya ait sadece iki parçanın olmasıydı.
Ulusal Doğal Tarih Müzesi, içerik olarak Balkanlar’ın en zengin müzesi. Okullar, fen ve tabiat dersi için öğrencilerine gezi düzenlemekte, dersi canlı görseller eşliğinde işlemekteler. Ulusal Doğa Tarih Müzesi, alanında ülkenin en eski, Balkanlar’ın ise en zengin koleksiyona sahip müzesi. Bulgaristan’ın ve dünyanın çeşitli yerlerinden getirilen canlı örneklerinin ölü veya diri olarak sergilendiği tek ulusal enstitü konumunda. Bu müze; çocuklarında en beğendiği ve ilgilerini çeken yerlerden biriydi.
Kiliselerde resimler para ile çekilebiliyor para vermezseniz çekmenize müsaade etmiyorlar. Kiliselerin hepsi birbirine benziyor, Balattaki Bulgar Kilisesinin benzeri yapılar.
Şehirde gül ve gül ürünleri çok yaygın. Gülden yapılmış hemen her şeyi bulabiliyorsunuz, gül yağı gül suyu, güllü kremler, hem kaliteli hem de Türkiye’ye göre ucuz.
Vitoşa caddesi bizim İstiklal Caddesi benzeri bir yer. Pastane kültürü yaygın, bizden, Slavlaşmalarından önceki bize ait kültürden izler taşıyor. Bizdeki kebap Bulgaristan’da ‘kebapçe’, işkembe çorbası ‘shkembe chorba’, turşu ‘trushia’ olarak biliniyor. Kadayıf ve baklava, Bulgaristan mutfağına da girmiş tatlılar. Adım başı dilenciye ve sarhoşa rastlıyorsunuz. Sokak sanatçıları da sık sık gözümüze çarpıyor.
Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle yaptırılan Kara Camii, minaresindeki siyah taşlar sebebiyle bu şekilde adlandırılmış. Cami, günümüzde kiliseye dönüştürülmüş, adı da Sveti Sedmochislenitsi Kilisesi yapılmış.
Şehirde gezerken çocuk yok denecek kadar azdı. Gençlere de pek rastlamadık. Halk: ”Gençler hep Avrupa’ya kaçtı. Bu ülke bitecek, üretim yok, olanı Türkler yapıyordu, onlar da Türkiye’ye gönderilince üretim yapacak işçi kalmadı.” diyorlar. Orta yaş gözümüze çok az ilişti, sokaktaki insanların yarıdan fazlası yaşlı insanlar.
Binalar tarihi, süslü ve sanatlı. Ortodoks dininin de etkisiyle çok sayıda heykel var. Yüksek katlı binalar yok. Moskova’nın küçük bir kopyası şehir inşa etmişler. Ulaşımda tramvay ve metro daha yaygın olarak kullanılmakta. Şehirde çok sayıda, diğer doğu bloğu ülkelerinde olduğu gibi meydan var, aynı şekilde çok sayıda geniş ve bakımlı parklar var.
Şehirde ve şehre giderken yol üstlerinde çok sayıda kumarhane gözümüze çarptı. Türkiye’den kumarhaneye giden insanlar gördük. Sofya’ya giderken yeşil pasaport sahibi bir devlet memuru, yarı yolda dağın başında indi, kumarhane sahipleri onu almaya gelmişler işte böyle bir turizm çeşidi var. Güvenlik ile ilgili sorunlar gözümüze çarpmadı. Arabalarla gidilip daha fazla yer görülebilir. Şimdiden iyi ve sağlıklı seyahatler dileriz….