-O YÂR BENİM KİME NE
İnsanların
mayası sevgi hamuruyla karılmıştır. Sevgi, dünyadaki en derin, en güçlü, en
vazgeçilmez duygudur. Çocukluktan bu mayayla büyütülen insanlar, etraflarına bu
duyguyu yansıtmakta hiç zorluk çekmezler. Zaten almış yüklenmişlerdir,
kendilerinde olanı vermek farkında bile olmadan yerine getirdikleri bir
uygulamadır onlar için. Tıpkı bisiklet sürmeyi veya araç kullanmayı
öğrenenlerin ara verdikten sonra bile bu araçları rahatlıkla kullanmaları gibi.
Ya
öğrenmemişlerse, ya bu duyguları eksik olarak yetişmişlerse? O zaman ruhlarında
kocaman bir açlık ile yaşarlar ve ne kadar çok sevgi dolu insanla
karşılaşırlarsa karşılaşsınlar bir türlü doyuramazlar bu açlıklarını. Demek ki
aile olmanın hatta çocuk yetiştirmenin en temel şartı sevgi vermek, sevgiye
doyurmaktır.
Evlenmeye
karar veren gençler birincil olarak kalplerindeki kıpırtıya, sevgi tohumlarının
var olup olmamasına bakarlar. Haklıdırlar, sevgisiz ömür geçmez. Bunun var
olduğunu görünce artık ömürlerinin sonuna kadar var olanla yetineceklerini
düşünürler. Sanırlar ki ilk günkü gibi hissedecekler ömürleri boyunca. Hiç
kırılmayacaklar, hiç üzülmeyecekler, daima sevilip sayılacaklar. Halbuki hayatın
sadece gülen yüzü yoktur, tiyatroyu temsilen konulan fotoğraflarda bile bir
gülen bir de ağlayan surat vardır. Çünkü hayat ne tamamen dram ne de tamamen
komedidir. İçinde her duygu barınır onun. Yeri gelir ağlanır, yeri gelir kavga
edilir, yeri gelir gülünür.
İşte
bu nokta en önemli noktadır. Biraz olumsuzluk karşısında kolayca pes etmek,
kolayca sevdiğinden vazgeçmek gençlerin en çok yaptığı hatadır. Yaşadıkları
olumsuzluk karşısında mücadele vermeyip hemen alanı terk etmek… Oysa sınav
orada başlar. Zorluklarla mücadele etmek, kendini doğru ifade etmek, karşı
tarafa empatiyle bakmak, gerekirse kavga etmek… Kavga da bir iletişim yoludur
sonuçta. Beni duymuyorsun, anlamıyorsun diyerek anlatmaya çalışmanın bir
yoludur. Allah ayette ne buyuruyor? “Zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” O
kolaylığı buluncaya kadar uğraşmak gerekir. Bu zorluk belki güçlenerek hatta
olgunlaşarak yola devam etmenin bir zorunluluğudur. Bilemeyiz.
Burada
tabii ki kişisel haklarınıza, sağlığınıza, inançlarınıza ve canınıza kast edilen
bir olumsuzluktan bahsetmiyorum. Böyle bir durum varsa sağlıklı bir kişilik
yapısı yok demektir. Sağlıksız yani ruh sağlığı yerinde olmayan insanlarla
yaşamak mümkün olmadığından gereği elbette yapılacaktır. Fakat ufak tefek
nefsani duygularla, hırslarımıza ve öfkemize yenik düşerek ortalığı birbirine
katmak da en basitinden kalbinizdeki o muhteşem duyguya ihanet etmek demektir.
Mücadeleler ve sorunları çözmede gösterdiğimiz başarıdır bizi büyütüp
olgunlaştıran.
Nesimî
isminde bir halk şairimiz var. Onun bir şiirinde şöyle bir bölüm geçer:
“Nesimî’ye
sordular yârin ile hoş musun
Hoş
olayım olmayım, o yâr benim, kime ne”
Bahsettiğim
sevgi, böyle bir sevgi işte. Bazen hoş olunur, bazen olunmaz. Kim dört dörtlük
ki dünyada? O yâr benim diyebiliyor muyuz, o zaman biz bu duygunun kıymetini
biliyoruz demektir.
Sevginin
de çeşitleri var. Şubeleri… Vatan sevgisi, bayrak sevgisi, ana baba sevgisi,
evlat sevgisi, yâr sevgisi, Allah sevgisi… Para ve makam sevgisi gibi insanın
kişiliğini zedeleyen aşırılıklardan bahsetmiyorum bile. Bu sevgilerin her
biri başka duyguları hissettirir bize. Anne babamız için neler yapsak haklarını
ödeyemeyiz. Evlat için yapamayacağımız fedakârlık yoktur. Vatan ve bayrak
sevgisi bizim milletimiz için, Türk milleti için başka hiçbir milletin
hissedemeyeceği kadar kutsal bir sevgidir. Allah sevgisi ise, bütün bu
sevgilerin tümünü kapsayan ama tümünden büyük, yüce ve muhteşem bir sevgidir.
“Leyla! Leyla!” diye çöllere düşen Mecnun’un kalbine misafir olduktan sonra
“Mevla! Mevla!” diye çöllerde dolaştıran bir sevgidir. Uğrunda evi barkı terk
ettiği sevdiceğini görünce tanımayacak, o sevgiden ilâhî olana terfi ettiği bir
sevgi olacaktır kalbindeki. Bu terfi edişte bile önce “Sevme” eyleminin bir
kalpte neşv ü nema bulması gerekir.
Allah
sevgisi en yüce sevgidir dedik. O sevginin cilveleri yok mudur? Elbette vardır.
Allah kalplerde olanı en iyi bilendir ve sevgisinde de kıskançtır. İster ki en
çok sevilsin. İster ki her şeye rağmen sevilsin. İster ki bu duygular artsın,
eksilmesin. Her şeye rağmen artsın, eksilmesin. Kalbine Allah sevgisini koyan,
Allah aşkının bir kez tadına varan artık ondan vazgeçmez, vazgeçemez,
vazgeçmemelidir. O noktada epey sınanır kişi. Bakalım aşkında sebat ediyor mu
yoksa ilk zorlukta pes ediyor mu diye. Bundandır Fuzuli’nin,
“Aşk
derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb
Kılma
dermân kim helâkim zehri dermânındadır” demesi. Derdime çare bulursan ben
kalbimdeki sevgiyi kaybederim. Benim için esas yok oluş, kalbimdeki duyguları
kaybetmektir, diyor. Derdini seviyor çünkü o dert dediği şey aslında ulaşılmak
istenen en üst mertebe.
Kalp
kırmayın, denmesinin sebebi de budur. Kırdığınız kalbin içindekini bilmezsiniz.
Orada basit dünyevî istekler olabileceği gibi Allah da konuk olmuş olabilir o
kalbe. Bilemezsiniz. Kırdığınız kalbi nasıl onaracaksınız öyleyse? Allah
muhafaza.
Madem
ancak sevmeyi bilen kalbe Allah geliyor, bu duygu dünyadaki her duygudan üstün.
Onu size hissettiren kişi de dünyadaki herkesten üstün. Bulduysanız, kıymetini
bilin ve kaybetmeyin. Sıkıntılar karşısında sabredin. Unutmayın, “Zorlukla
beraber bir kolaylık vardır!” Bekleyin görün!
Sevgiyle
kalın, hoşça kalın.