Latife Öğretmenim

Nihat Gül
Nihat Gül

        Çok üzgünüm, şaşkınım, heyecanlıyım… İlkokul öğretmenim karşımda duruyor; fakat tabutun içinde… Hayatımda tanıdığım ilk öğretmenim, sınıf öğretmenim, canım öğretmenim, Latife Öğretmenim.

 

         Dile kolay tam beş senemi onunla beraber, onun elinde büyüyerek geçirdim. Korka korka geldiğim okulda benim için önceleri bir yabancıydı o. Sonra bir rehber, yol gösterici; bazen sırdaş, bazen anne, bazen hoca; bazen tatlı, bazen sert… Kimi zaman  “Oğlum oynatmasana ellerini” Kimi zaman “Nen var, iyi misin sen, rengin niye soluk?” Kimi zaman “Yarın annen okula gelsin konuşacaklarım var.” “Muhakkak okutun, bu çocuk okur, okutmazsanız ben okuturum ona göre.” Bir anne kadar hassas, bir baba kadar koruyucu. Onunla öğrencilik, onunla okuma, onunla yazma, onunla okul…Çocukken gözüme dev gibi gelirdi, büyüdükçe gözümde daha da devleşti.. 

 

         İlkokulumun oradaki camideyim. Kaç yıl oldu acaba buraya gelmeyeli? Çocukluk günlerime dönmemi sağlayan son saygı duruşu hissine kapılıyorum. Cenaze çocukluk anılarımın geçit törenine dönüyor hızla. Hatırlar mısınız öğretmenim: İlkokuldaydım, küçücüktüm, sorunlarım da küçücüktü. Bazen o küçücük sorunlar devasa gelirdi gözüme. Teneffüs saati; koşup oynamaktan yüzüm kıpkırmızı, terden yapış yapış olmuştum. Bir anda bir çarpışma ve çıtırtı sesi ile koşturma bitti. Bakındım yerde kırılmış bir çıta vardı, bir de bana öfkeyle bakan gözlükleri kocaman bir kız. Koşarken öğretmen masasının orada ona çarptım, o da çarpışmanın etkisiyle masaya savrulmuş ve masanın üstündeki çıtaları düşürüp birisinin üzerine istemeden basıp kırılmasına sebep olmuştu. Sınıfa uçurtma yapımını öğretmek için getirmiştiniz ve ders saatine kadar korusunlar diye  kızlar grubuna emanet etmiştiniz. Kırılan sadece bir çıta değil aynı zamanda emanete sahip çıkma sorumluluğuydu. Sesler büyüdü; gözlüklü kızın gözyaşları, sınıfının bağrışmaları, yarım kalan uçurtma hayalleri, küçük ayak patırtıları birbirine karıştı. Sesler bir anda kesilince öğretmenim, sizin geldiğinizi anladım ve başımı kaldıramadım. Ayakkabılarınızı yanımda gördüm. Sorularınızı beklemeye başladım.

 

         “Gene su gibi terlemişsin oğlum?” dediniz.  Eyvah ki ne eyvah! Çıta falan derken terli kalmış ve yüzümü yıkamayı unutmuştum. Bazen tatlı sert usulle kızdığınız günler olurdu, bugün o günlerden biri diye düşünmeye başladım. Çenemi tutup yüzümü kaldırdınız ve çıtaya ne olduğunu sordunuz. Cevap veremedim. Bir kez daha sordunuz. Gözlüklü kıza baktığımda  yüzünü eğmiş; tedirgin halini gördüm, o da söylemedi. O sırada biz konuşamadan ismini hatırlayamadığım bir çocuk; bütün olayı heyecanlı ve  hızlı hızlı anlatıp bizi adeta keyifle şikayet etti. 

 

        Öğretmenim, bizi tahtanın önüne çağırdınız. Nasıl gergindim! Kendimi dersi tam heyecanlı yerinde bölen nöbetçi öğrenci, ayağı hafif yamulup ders boyunca tık tık diye ses çıkaran sıra,  sınıfta kış akşamları cızırdayan florasan lambası kadar  sinir bozucu hissediyordum. Latife Öğretmenim, siz başımızda durmuş yaptığımız yanlış davranışları anlatıyordunuz. Anlatımınız bitti, bize baktınız “Madem öyle, ödeşme zamanı” dediniz. Ne demek istemiştiniz, anlayamamıştım. Çıtanın uzun duran parçasını aldınız, bana uzattınız; kısa parçasını kocaman gözlüklü kıza… Sınıfta tüm gözler bizi izliyordu. “Biriniz yaramazlık yaptınız. Biriniz de emanet ettiğim çıtayı koruyamadınız. Onun için ikiniz de yarın birer çıta alıp geliyorsunuz.” dediniz.  Bir elimdeki çıtaya bir arkadaşıma baktım. Kız sessizce ağlıyor, ben titriyordum. “Olmaz öğretmenim; ben çarptım arkadaşıma, onun bir suçu yok. Ben alırım çıtaları” dedim, ürkerek. Ben hâlâ titrerken, bizi şikayet eden arkadaşı da çağırdınız tahtanın önüne.

 

      Öğretmenim o an kocaman gülümsediniz.  “Aferin oğlum; adalet, sorumluluktur!” dediniz. “Arkadaşın sıkıntıyı fazlasıyla yaşadı zaten.” diye devam ettiniz gözlüklü kıza dönerek. Sonra şikayet eden çocuğa: “Bir daha sakın ama sakın, arkadaşların zor durumda kalsın diye onları şikayet etme! Göze girmek için başkasının arkasından konuşma! Böyle davrandığın için  en çok sana kızdım. Sen de yarın bir takım çıta alıp geliyorsun” dediniz.  Sonra sınıfa dönerek: “Size de söylüyorum, ne olursa olsun yaptığınız hatayı kabul edin. Adaletli, merhametli ve vicdanlı olun yoksa kimse sevmez sizi! Bunu kesinlikle unutmayın!” dediniz. Hatırladınız değil mi öğretmenim?

 

         O gün söylediklerinizin hiçbirini unutmadım öğretmenim. Yıllar sonra Haydarpaşa Numune Hastanesindeyim. Yoğun bakım ünitesinin kapalı kapısının önünde beklemekteyim. Latife Öğretmen Hasta; durumu ağır, dediler sizin için. İnanmak istemedim ama hemen geldim. Yoğun bakım ünitesinin önündeyim. Orada bekleyen birkaç kişi daha var. Sordum, hiçbiri yakınınız değilmiş.  Aman Allahım! Yalnız mısınız? Kimseniz yok mu? diye endişelendim. Hemşirelerle konuştum yakınlarınız varmış ama şimdi eve geçmişler. Sizi görmek istiyorum. “Yalnızca yakınları…” dediler. Ah be! Ben onun öğrencisiyim, evladıyım, yavrusuyum diye haykırmak istedim, yapamadım öğretmenim. 

 

       Sessizce oturdum, düşündüm. Siz içeride yalnız değilsiniz ki: Beyaz yakaları, siyah önlükleriyle bıcır bıcır öğrencileriniz toplanmış başınızda bekliyor. Cızırdayan florasan lambası, takırdayan sıra da gelmiş. Hatta kışın ortasında ara sıra su kaçıran kalorifer peteği de orada. Beslenme çantaları, kalemtraşlar, ufalanan silgiler de yerini almış. En arkada gözleri nemli, suskun, öğretmenini çok sevdiğini söylemeye utanan  ufak tefek, terlemekten yüzü kızarmış, beyaz yakası kaymış bir öğrenci…  Evet, yalnız değilsiniz. 

 

          Ve sizi görme isteğimden vazgeçtim. Sizi serumlarla, makinelerle, kablolarla değil hatıralarımdaki dimdik halinizle hatırlamak istedim ve hastaneden çıktım. Gönlümdeki burukluk: “Öğrenciniz öğretmen oldu.” diyemedim. Birkaç hafta sonra… Karşımda duruyor tabutunuz. İnsan sevdiğine ölümü  yakıştıramıyor, kabullenemiyor. Size karşı ilk defa haddimi aşarak izinsizce yaklaşıp tabutunuzun başucunu öpüyorum, okşuyorum. Öksüz duygular içindeyim.

 

         Gözlerim doluyor. Koskoca adam oldum, çocuk değilim ki, diyorum içimden. Ve bitiyor.  Seksen dört yıllık bir ömrü sevgilerim ve dualarımla uğurluyorum. Cenazeden sonra yürürken ufak tefek, terden yüzü kızarmış, beyaz yakası kaymış o erkek öğrenci koşarak yanıma geldi “Şey!” dedi. “Şeyy, en sonunda söyledim” dedi. “Ne söyledin?” diye sordum. “Şey, dedim ki; öğretmenim sizi çok seviyorum!” Elinden tuttum “Ben de…” dedim. Ben de Latife Öğretmenimi çok seviyorum.

Rehber Öğretmen/Başakşehir Aziz Sancar Ortaokulu