Kiraz ve Yağmur

Kübra Akgün
Kübra Akgün

Yürüdüğüm yolun mesafesi kadar dertlerimi çözebilecektim sanki. Durmadan yürümek durmadan kaçmak kendimden ya da büsbütün kaynağına inmek her şeyin. Yürürken pusulamın ibresini koparıp atmışım. Etrafımda bana aşina gelen bir şey yok hiç. Sokaktaki herkesin acelesi vardı. Saatin tik takları yorgundu, yüzlerde umutsuz bir ölüm hali. Birisini durdurmak ve konuşmak istedim. Tanıyıp tanımamak bazen önemli değil. Canım konuşmak istiyor bazen, sadece konuşmak… Herkes kendi ritmiyle koşuyor bir yerlere. Ben geride kalıyorum. Hızlı yürümeme bir sebep atfedilmemişti henüz. Hayat, basit ve sakindi benim için. Ellerimi cebime atmak istedim, üşüdüğüm için değil.

 

Duraksayınca sızlanan bacaklarımın aklımla giriştiği muharebeden anladım yorulduğumu. İtidal çağrısında bulunduktan sonra karşımdaki camiye yaklaştım. Camiyi birileri ateşe vermiş sanki. Mermer sütunları is içinde, minaredeki şerefesinden iri parçalar düşmüş, eşiğindeki mermerin sol yanındaki kambur sağ tarafını eğdikçe eğmiş. Kuş bile yok avlusunda. Cennet dışında pek çok şeyi çağrıştırıyor. Şaşırdım. İçeriye girdim. Pek kimse yok. Küçük avlunun camiye giriş kısmında yüksekçe bir yer yapılmış. Oradaki banka bırakıyorum kendimi ve göz kapaklarımı. Burnumun ucunda bir ıslaklık beliriyor ansızın. İrkildim. Göz kapaklarımı üzerimden ağır ağır atıyorum. Yağmur, titrek ve cılız. İlk kez yağmuru taşıma görevini almış çaylak meleklerin narin inişi… Avucumu uzatıyorum öne doğru. Minik minik damlalar derimin altına saklanıyor. Gülümsüyorum. Bir ses bölüyor bizi.

“Karşıdaki kiraz ağacını fark ettiniz mi?”

 

Kuşları bile olmayan isli camide kiraz ağacı olma ihtimalini hiç düşünmemiştim. Bir yeşillik dikkatimi çekmişti ama önemsememiştim. Uyumak, yorgunluğumu biraz da rüyalarıma taşıtmak istemiştim sadece.

 

“Kiraz ağacı mı? Bu camide? Nerede?”

 

Çocuğun şahadet parmağıyla tahtaları ıslana ıslana şişmiş şadırvanın gerisini göstermesiyle doğruldum. Başımı o yöne doğru uzattım. Hayret şey. Ufak tefek olmasına rağmen bir sürü kirazı sırtlamış bir ağaç bu.

“Burada böylesi bir meyve ağacı. Şaşılacak şey. Ben ağaç olsam bu kasvette solar giderdim.”

Gülümsedi. Ellerini cebine koyup yaslandı geriye. Gözlerini ağaçtan ayırmıyordu. Meczup mu acaba diye düşünmeye başlamıştım. Her caminin bir meczubu olur nihayetinde.

 

“Nereye gidiyorsunuz?”

 

Bir anda kalktı. Ellerini cebinden yavaşça çıkarttı. Bir kirazı, bebeği annesinin kucağına vermeye çalışan hemşire gibi dikkatle kavradı.

 

“Yazık değil mi, daha olgunlaşmamış bile. Ne demeye kopardınız?”

 

Kirazı sapından yukarıya doğru kaldırdı. Kirazın tam da ucunda duran yağmur damlasını gösterdi bana. Yaklaştım. Su damlası, hayatı buna bağlıymış gibi tutunmuştu kiraza. Bu adamın meczup olduğuna kanaat getirmek üzereyim.

 

“ Sence yağmur damlası mı kiraza tutunuyor yoksa kiraz mı yağmur damlasına?”

 

Hakikaten meczup. Ne tuhaf soru sordu. Yüzüne baktım. Ciddiyetle cevap bekliyor.

 

“İkisi de olabilir. Neyi merak ediyorsun anlamadım.”

 

Gülümsedi yine. İstediği cevabı almış gibiydi. 

 

“İkisini bir ve bütün olarak, bir dünya ömrü kadar sonsuzluğa kavuşturmalı.”

 

Cebinden çıkarttığı küçük bir kutuya koydu kirazı yağmur damlasıyla beraber. 

 

“ Madem yemeyecektin neden olgunlaşmamış bir kirazı koparttın?”

 

“Olgunlaşsalardı ve canım kirazları yemek isteseydi bir avuç toplardım öyle değil mi? Ben, kimyagerim. Boya çalışmaları yapıyorum. İkisinin, kiraz ve yağmur tanesinin yani, oluşturacağım boyayla yapılacak resimler kadar uzun bir ömürleri olacak. Kitap arasında kurutularak bir dünya ömrü kadar ölümsüzleşen gül yaprakları gibi.”

 

Ben daha fikirlerimi yeni derleyip dilime sözcük olarak akıtacakken telefonu çaldı. Koşarak çıktı avludan. Ardından ben ve kiraz ağacı bakakaldık. Ağaca yaklaştım. Elimi yere yakın bir dala uzattım. Bir kirazı kavradım. Biraz daha çeksem kopacaktı. Vazgeçtim. Ben, onun gibi kirazları yaşatamam. Yürüdüm banka oturdum tekrar. Yağmur yeniden başlamıştı. Yaşlı bir amca girdi içeriye. Şadırvanda abdest aldıktan sonra ağacın yanına geldi. Elini uzattı ikişer üçer koparmaya başladı kirazları. Hart hurt sesleriyle beraber yok oldular… Ben ve kiraz ağacı arkalarından bakakaldık. Geri döndüm, camiden hızla çıktım. Sokak yine içinde kaybolunacak bir labirente dönmüş beni bekliyordu. Aldırmadım yürümeye devam ettim. Caminin minaresinden sela okunmaya başlamıştı…

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni / TOKİ Celalettin Ökten Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi