Kâinatta her şey hareket halinde… Yıldızlar, gezegenler, ağaçlar, canlı ve cansız tüm varlıklar. Boş duran hareketsiz duran hiçbir şey yok. Nerde hareket varsa orda hayat var. Cansız dediğimiz taş ve demir gibi cisimlerde bile hareket söz konusu. Bu tür cisimler atomdan yaratıldığı için onlarda da elektron hareketi vardır. Cansız varlıklar da yani hareketsiz dursa da içten içe hareket halinde.
Peki, canlıların en şereflisi, en mükemmeli biz insanlar ne kadar hareketliyiz? Canlı olduğumuz halde ne kadar canlıyız? Her günümüz aynı mı geçiyor? Yoksa capcanlı, hareketli günler mi yaşıyoruz? “Nerde hareket, orda bereket.” demiş atalarımız. Bu söz, ticaret alanında, sosyal alanda, bireysel hayatta, her yerde geçerlidir bence. Hareketin olmadığı yer; durgunluğun, beklemenin olduğu yerdir. Durarak, bekleyerek kim hedefine ulaşmış söyler misiniz? Dünyamız, her an hareket halinde değil mi? Denizler, nehirler her zaman hareket halinde değil mi? Güneşimiz ve tüm yıldızlar hareket halinde değil mi? Ya zaman! Zaman, durmadan hareket halinde değil mi? Öyle iken biz, nasıl hareketsiz kalabiliriz? Karları delen kardelenler, toprağı yaran tohumlar hep hareket halinde. Çünkü hareket varsa bereket var; hareket varsa hayat var. Durgunluğun, gerilemekten hatta ölmekten farkı yoktur. Bakın, toprağı hareketlendiren, canlandıran sudur. Allah su vermezse toprak; çorak ve kurak olarak kalır. Suyla ilkbahar gelir, her yer şenlenir, yeşillenir ve canlanır. Yani, su hayattır toprak için.
Şimdi de insan hayatına bakalım. Bedenimiz, uzun süre hareketsiz kalsa hantallaşır, yağlanır ve ağırlaşır. Böylece hareket hızımız yavaşlar. Hareket derken sadece sporu kastetmiyorum tabii ki. Spor bile söz konusu olsa spor yapan ile yapmayan kişiler arasında bile ne kadar fark olduğunu biliyoruz. Biri hareketli, canlı, sağlıklı iken; diğeri ise monoton, her zaman yorgun ve hastalıklı… Doktorların neden her zaman spor yapın, dediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Aslında spordan bahsetmiyorum. Konumuz “Hayatta hareketlilik.” Yani hiçbir iş yapmadan boş oturmanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Yalnız, fiziksel hareketsizlik tehlikeli olduğu gibi, ruhsal, düşünsel hareketsizlik daha tehlikelidir; çünkü insan sadece fiziksel yapıdan ibaret değildir. Bizim ruhumuz, beynimiz de var. Oradaki durgunluk, başıboşluk, hedefsizlik fiziksel hayatımızı doğrudan etkileyeceği gibi, gelecek hayatımızı da büsbütün etkiler. Beynimiz hareketsiz kalsa, çevikliğini ve dinamikliğini kaybeder. Kurak bir toprak gibi verimsizleşir. Peki, “Beynimizin pas tutmasını nasıl önleriz?” derseniz, tabii ki de her zaman öğrendiğimiz ve öğreneceğimiz bilgilerle…Bilgi de beynimizin hayat kaynağıdır. Su toprağa nasıl hayat veriyorsa, ışık yandığında karanlık nasıl kaçıyorsa; bizler de faydalı bir kitap okuduğumuzda, bilgilerin ışığıyla beynimiz, canlanır ve aydınlanır. Yani beynimizin de bilgi hareketliliğine ihtiyacı var. Bunun yolu da sürekli ve planlı olarak okumaktır. Neden sürekli ve planlı diyorum? Çünkü başarmak için, ilerlemek için, yükselmek için, bilgi hareketliliğinin sürekli olması gerekir. “Bugün okudum, yarın okumaya gerek yok.” ya da “Okul bitti, artık kitaplar da bitti.” demek çok yanlıştır. Bu durum şuna benzer: Bir çiftçinin, “Ben tarlamı geçen sene suladım, artık bundan sonra sulamaya gerek yok.” demesine benzer ki, bu da hayati bir yanlıştır. O çiftçi istediği kadar eksin, ne yazık ki, ektiğini biçemeyecektir. Okumak da öyledir. Her gün olmalıdır, her yıl olmalıdır, sürekli olmalıdır. Aksi takdirde başarılı ve kazançlı bir hayatı zor buluruz.
Kısacası, beynimizin, hayatımızın verimliliği, başarısı, ilacı; bilgi hareketliliğiyle, yani kitap okumakla sağlanır. Hani “Her şey düşüncede başlar.” diye bir söz var. Gerçekten de çok doğru. Hatta bir atasözü var, konuyla tamamen örtüşüyor: “Düşüncelerine dikkat et, davranışın haline gelir; davranışlarına dikkat et; alışkanlığın haline gelir; alışkanlığına dikkat et, karakterin olur; karakterine dikkat et, kaderin olur.” Kitaplar en büyük düşünce kaynağıdır. Bir kitap, hatta bir kitaptan bir söz, bir örnek hayatını değiştirebilir.
Belli bir işi, bir ödevi olan biri için zamanın çok büyük önemi vardır. Bu tür insanlar başarı odaklı, azimli, prensipli insanlardır. Dakikaların hatta saniyelerin bile hesabını yaparlar. Nerde, ne zaman, ne iş yapacakları bellidir. Monoton bir hayattan uzaktırlar. İşte bu tür insanlar hayatı yaşarlar. Çünkü hayatı, yaşlanarak yaşayamazsın; hayatı yaşayarak, çalışarak ve başarılı olarak yaşayabilirsin. Gerçekten yaşayanların ise, hayata attıkları bir imza vardır. O imza yıllar geçse de unutulmaz. Kimisi buluşlarıyla hayata imza atar, kimisi düşünceleriyle, kimisi eserleriyle imza atar, kimisi başarılarıyla, kimisi dürüstlüğüyle, kimisi yardımseverliğiyle, kimisi çalışkanlığıyla, kimisi hizmetiyle…Önemli olan bundan yüz yıl sonra sen olmasan da hayata, ülkene attığın iyi bir imzanın olmasıdır.
Şimdi harekete geçme zamanı, hareketsizlik ölüm demektir. Akan su değil, akmayan su kokar. Hayata akan yol alır; akmayan buhar olur, tıpkı akmayan su gibi yok olur. Hayatına kitap okuyarak ve okuduklarını uygulayarak hareket kat!
(“En Bilge Kankam” kitabından)