Zorla veya baskı altında kalarak, yani metazori.
Hayata çok anlam yüklemek doğru mudur? Hayatı mânâlı kılmak için harcanan zamana değer mi? Yuva nedir? Yuva kelimesi bana her zaman fazla duygusallık, fazla ağlamaklı bir laf gibi gelmiştir. Alıp başı gitmeli midir? Kitabı okurken kendime sorup durduğum sorulardan sadece bazıları.
Chef; bir yuvayı, aynı evde yaşayan fakat yollarını ayırmış üç aile ferdini hepsinin bakış açısından ayrı ayrı anlatıyor ve objektif olarak kendi düşüncelerimizi oluşturmamıza yardımcı oluyor. Elleri yağdan bala girmeyen fakat yoksulluk da çekmeyen ailelerin ortak derdidir can sıkıntısı. Hüseyin Hüsnü Şen, kitaba adını veren karakter. Bir bankada şeflik yapıyor, edebiyattan ve felsefeden anlamadığını sıkça dile getirse de basit bir insan olmadığını her fırsatta kanıtlayan tecrübeli bir insan. Eşi Arzu, belki de kitapta verilen en radikal -bu kelimeyi kullanmanın verdiği his çok güzel- kararların sahibi. Hayatı boyunca ev kuşu olmuş, eve uğramayan bir koca ve yine yüzünü neredeyse göremediği bir oğlan ile yaşayıp gitmiş bir ev hanımı. Eşini hayalet olarak tanımlayacak kadar az muhatap oluyor eşiyle.
Bir insanın canını en çok yakan, insanı öldüren şey ilgisizliktir. İlgiyi sevmediğini dile getiren insanlar bile saçlarını boyattıklarında fark edilmek, hâl hatır ile ilgili sorulmak, bazen güzel iltifatlar almak isterler. Her ne kadar kimine gereksiz gelse de bu oldukça önemli bir ihtiyaçtır. Arzu karakteri bunun farkında. Bencillikle hiçbir alakası olmayan bu kadın bu ilgisizliğe ne kadar dayanabilir diye düşünmekten alamadım kendimi. Bu konuda birini suçlu bulmak objektiflikten uzak olur fakat elbette herkesin kendine daha yakın bulacağı biri olacaktır bu kitapta. Karakterlerin bu şekilde ön plana çıkarılması kararlarımızın üzerine düşünmek ve kendimizi daha iyi tanımak için bize yapılan bir iyilik. Oğulları Özgür kesinlikle çok sevdiğim bir karakter oldu; efendi, zeki ve bana kalırsa oldukça iyi kalpli gençten bir delikanlı. Özgürlüğüne öylesine düşkün öylesine düşkün biri ki hayatını bir şeye adayabilecek kadar cesur. Tabii bu şeyin ne kadar hayırlı veya mantıklı olduğu tartışılır ama cesurca bir hareket olduğu kesin. Ticaret mafya gibi, girdin mi çıkılmıyor; çıktın mı girmesi, ayak uydurması amma zor oluyor. Kazanmak da kaybetmek de var bu işin içinde. İnsanın geninde, kanında var diyor bu işi yapanlar. Özgür kime çekti kim bilir?
Yazar kitaptaki herkesi bir düşüncenin peşinden koşturmuş. Bu, kitaba film izliyormuş gibi bir hava katmış. Bununla birlikte acayip gerçekçi olmuş. Herkesi zaaflarından vurmuş. Hüsnü’nün müdür olma, araba alma isteği; Arzu’nun mutfağa olan sevgisi ve bu konuda hissettikleri; Özgür’ün ise küçüklükten gelen ticari zekâsı ve sevdası… Bir insan sevdiği, zaafı olan şeyler için ne kadar ileri gidebilir? Asla yapmam dediği şeyleri yapabilir mi? Yuvasını, yuvayı yuva yapan şeyleri terk edip hayata mânâ katmaya uzaklara gidebilir mi?
İki insanın karşılaşması nedir? Dünyanın milyarla nüfusu arasından.
İnsanın içinde asla yapmam dediği şeyler için bile her zaman bir ateş, tutku, istek -artık ne demek isterseniz- vardır. Kimileri bunun açığa çıkarılması için bir tavsiyeye, tabiri caizse gaza getirilmeye, ihtiyaç duymazlar. Onlar için eğlence at başı gidiyor. Bir kıvılcıma ihtiyaç duyan bizimkilerin payına da sıkıntı düşüyor galiba. Olsun, düşsün. Düşününce çıkar kararın tadı derler. Bir emekten sonra kazandıkları onlar için daha kıymetli olacak.
Özgür belki şanslı, belki biraz deli dolu yani genç kısımda. Zaafının, hayatının manasının peşinden koşmak için kimseye, hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor. Hüsnü ve Arzu’nun, Hüsnü’nün değişiyle bir kurtarıcıya ihtiyaçları var. Büyük karşılaşma Hüsnü için barda, Arzu için belki de her gün görüştüğü fakat içgüdüleri ile geleceği göremediği komşusunun evinde oluyor. Gülşen ve İris. İkisinin karşılaşmasını bütün yüreğimle diliyorum çünkü bu beni heyecanlandırıyor. Özgür’ün tabiri ile tuzu kuru insanlar. Zenginlikleriyle birlikte istedikleri için gereken hevese doğuştan sahipler. Bu nedenle diğer insanlardan ayrılıyor, insanlara sıradan gözüyle bakıyorlar. Tabii insanların da onlara manyak demesi, onları bulaşılmaması gereken insan kategorisine koyması sıradanlaşmış. Arzu ve Hüsnü’nün aklını çelen güçlü kadınlar onlar. Edebiyat ve felsefe hakkında saatlerce konuşabilirler, ikisinin de paçasından kültür akıyor desek argo kaçmaz hani. Çekim kuvvetlerine direnmek öylesine zor ki, Arzu kilometrelerce uzağa habersiz gidip dükkan açabiliyor. Hüsnü kravatını, gömleğini, ceketini giyinip; makyajını yapıp kamera karşısına geçiyor. Hayata neşe, heyecan fakat en önemlisi de anlam katmak için mükemmel bir yol gibi geliyor kulağa. En azından denemeye değer. Okurken en etkilendiğim cümlelerden biri Arzu’nun kullandığı bir cümleydi: “Uç Arzu. Bir kez olsun uç.”
Hayatta yapılan büyük ve önemli değişiklikler huzur bozmak, düzeni kurcalamak olarak adlandırıldığı sürece hayatının manasının peşinden koşan insanların hevesi kırılacaktır fakat bazen tıpkı Özgür’ün yaptığı gibi sevdiklerimiz için fedakarlıklar yapmak, davamızdan vazgeçmek veya ara vermek gerekebilir. Kitapta bahsedilen zaaflar, hobiler aslında birer dava. Sadece daha güncel konulardan ve popüler şeylerden seçilen davalar.
Kitapta “İngilizce bilseler ne olur, Türkçe bilmiyorlar Türkçe.” cümlesi üzerine konuşulacak çok şey var elbette. Kitabın adının İngilizce olarak “Chef” şeklinde seçilmesi sağlam bir ironi içeriyor ve kitap hakkında hoşuma giden tonla konudan sadece bir tanesi. Chef, en sevdiğim Mustafa Kutlu kitaplarından biri oldu. Eğer kitabın sana kattıklarıyla beraber sen de düşüncelerinle, duygularınla, bazen gözyaşı bazen kahkahalarınla kitaba bir derinlik katarsan o kitabın değeri paha biçilmez olur. Bu kitap o kitaplardan biri oldu benim için.
“Büyük düşünmek lazım”daki büyüğü anladım. Sahte ve yalan olan dünyada yaşamaya fakat gerçek anlamda değil, kendi gerçeklerini kırdıklarında ortaya çıkan düşünce ile yaşamaya başlayan bir ailenin hikayesiydi Chef. Bana ana karakter gibi hissettirdiği, öteki kelimesini kullanmayı bıraktırdığı ve kattığı diğer her şey için teşekkür ederim.