Koşuyordu Suat. Polisler peşini bir türlü bırakmıyordu. “Bunlar da pek çetin ceviz çıktı.” diye geçirdi aklından. Artık nefesi tükeniyor, dizlerinin bağı çözülüyordu. En sonunda kendini neyle karşılaşacağını düşünmeksizin bir evin açık kapısından içeri atıverdi.
Merve mis kokulu yatağına gömülmüş bir şekilde, bembeyaz ve narin parmaklarının arasında tuttuğu romanı, soluğu kesilerek okuyordu. Suat’ın bir evin kapısından içeri kendini atmasıyla derin bir oh çekti. Polisler onu yakalayamamıştı. Ne suçu vardı ki zaten adamcağızın? Karısını o öldürmemişti. Buna inanıyordu. Suat önünde sonunda masumiyetini ispat edecek, gerçek suçluyu bulacaktı. Merve kitabı yatağın üzerine bırakıp kahvesinden bir yudum aldı. Dış kapının açıldığını duydu. Kocası Selim ve çocuklar gelmiş olmalıydı. Patır patır koşturan ayakların sesini duymasıyla Tarık’ın odaya girmesi bir oldu. Koşarak annesinin boynuna atıldı, onu öpücüklere boğdu. Pınar ve Selim de onun ardından odaya girip Merve’nin yanına oturdular. Bugün pek mutluydular. Günleri gayet iyi geçmişti. Herkes neler yaşadığını anlatmak için sabırsızlanıyor, hep bir ağızdan konuşmaya çalışıyordu. Onların bu heyecanı her ne kadar hoşuna gitse de bu kargaşadan kurtulmak için Merve, hemen bir hâl çaresi buluverdi. O çare ne miydi? Tabii ki Tarık’ı gıdıklamak. Arkası kendiliğinden gelecekti. Ve öyle de oldu. Merve, Tarık’ı gıdıklamaya başlayınca ailenin diğer fertleri de bu oyuna dâhil oldular ve yatağın üstünde kan ter içinde kalana kadar oynaşıp durdular.
Suat, nice zamandır Merve’nin üzerinde dolaşan bakışlarının, narin parmaklarının ve uzun, siyah saçlarının tutkunu olmuştu. Merve’nin kocası ve çocuklarıyla yaşadığı mutluluk dolu bu sahne, içinde bir şeyleri yerinden oynattı. Tanık olduğu onca yaşanmışlığa rağmen hiçbirinde şimdi hissettiklerini hissetmemişti. İlk defa başka birinin yerinde olmayı, başka biri olmayı, istemiş; ilk defa ölüp ölüp dirilmekten, elden ele dolaşmaktan, kimi zaman donuk, kimi zaman yapışkan, kimi zaman tutkulu, kimi zaman alaycı gözlerle okunmaktan; hoyratça bir yere fırlatılmaktan ve nihayetinde unutulup gitmekten usandığını fark etmişti. Hem sürekli kovalamacayla geçen bir hayat da onu hayli yormuştu. Artık hayatında huzur ve sevgi istiyordu, Merve’yle bu zamanda, bu evde yaşamak, gazetesini okurken kahvesini yudumlamak, çocuklarının yavaş yavaş büyüdüğünü görmek… İşte saadet buydu. Ne yapmalıydı peki? Buradan nasıl çıkmalı, Merve’nin hayatına nasıl sızmalıydı? Suat bir yandan polislerden kaçarken bir yandan da bunları düşünüyordu. Fakat bunun mümkün olmadığını, bu kitabın içinden çıkılamayacağını çok geçmeden anladı. Yine de kaderine razı olmak istemiyordu. “O zaman…” dedi Suat, “O zaman Merve’yi kitabın içine çekmeliyim. Burada onunla bir hayat kurabiliriz belki.”
Gece olmak üzereydi. Merve yemek, bulaşık, ev işi, çocukların ödevi derken saatlerdir kitabı eline alamamıştı. Yorgunluktan bitap düşmüş olmasına rağmen uyumadan önce biraz daha okumak ve Suat’ın başına nelerin geleceğini öğrenmek istiyordu. Kitabı eline aldı, kaldığı yerden okumaya başladı: “Ey okur! Bu okuduğun gerçek değil.” dedi bir ses. “Kes sesini!” dedi Suat. “Bütün planlarımı alt üst ediyorsun.” Buna izin veremezdi. Bu ses Merve’yi metne yabancılaştırıyordu. Oysa Merve’yle birlikte olmak için onun bir yanılsama içine girmesi gerekiyordu. Ne diye postmodern bir romanın kahramanı olmuştu sanki? Gerçekçi bir romanın içinde yaratılsaydı işi daha kolaydı.
Merve okuyor, okuyor, okudukça meraklanıyor, meraklandıkça heyecanlanıyordu. Şimdi Merve, Suat’la birlikte bir sokaktan diğerine koşuyor, saklanıyor, nefes alıp veriyordu. “Tam sırası.” dedi Suat kendi kendine. Merve’ye döndü yüzünü. Merve şaşkındı. Daha önce göz göze gelmemişlerdi hiç. Her şeyi yan yana yapmışlar; aynı acıları, aynı sevinçleri, aynı heyecanları yaşamışlardı. Fakat onun yüzünü hiç bu kadar yakından görmemiş, onunla konuşmamıştı. Şimdi Suat ona bakıyor, ağzından sevgi sözcükleri dökülüyor ve yanında kalması için adeta yalvarıyordu. Merve ani bir hareketle kitabın kapağını kapatıp ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kalbi şiddetle çarpıyordu. Gördüğü o yüz, duyduğu o ses ve o sesin söyledikleri de neydi? Herhalde bugün çok yoruldum diyerek ışığı söndürdü ve macera dolu bir rüya iklimine doğru ağır ağır yol aldı.
Sabah olduğunda ve herkesi evden uğurladığında dünkü şaşkınlığını üzerinden çoktan atmış olan Merve, kitabı tekrar eline aldı. Dün ona tüm hayranlığı ve sevgisiyle bakan, onunla kalması için yalvaran adamın yüzü kitabın sayfaları arasında bir çiçek misali sararıp solmuştu. Merve’nin suratına sertçe kapattığı kitap Suat’ın nutkunun tutulmasına neden olmuştu. Merve yaşadıklarını bir türlü anlamlandıramıyor, neyin gerçek neyin hayal olduğunu seçemiyordu. Ayrıca Suat’ı böyle görmek ve bu durumun nedeni olduğunu bilmek Merve’yi çok üzmüştü. Aslında o da Suat’ı çok sevmişti fakat bu nasıl mümkün olabilirdi? Artık bir cevap vermeliydi. “Hayır, olmaz, olamaz.” dedi karşısındaki adama. Kekeliyordu. Neden kekeliyordu peki? Halbuki kendinden o kadar da emindi. Şimdi ne olmuştu, ne değişmişti? Bir başka yaşama dâhil olmak, başka biriyle yaşamak mümkün müydü? Buna ihtiyacı var mıydı? Sevmiyor ve sevilmiyor muydu? Bunu eşine ve çocuklarına nasıl yapar, onları nasıl bırakırdı? Zihninde onlarca soru, onlarca cevap ve ötelenen düşünceler… Yine bir cesaretle “Bu mümkün değil.” dedi. Dedi ama gelgitli ruh hali onu bir türlü rahat bırakmıyordu. Bu macera dolu hayatın büyüsüne kapılmıştı bir kere ve buradan ayrılmak istemiyordu. Hem bu gerçeküstü durum da ilgisini çekiyor ve sonrasında nelerin olacağını çok merak ediyordu. Merve’nin mütereddit halini gören Suat, hemen kendini toparlayarak ona dil dökmeye başlamıştı bile. Yılların roman kahramanı Suat için Merve’yi ikna etmek pek de zor olmamıştı. “Bir müddet burada kalsam ne olur ki?” diye geçirdi içinden Merve ve sonunda kendini Suat’ın kollarına bırakıverdi.
Suat da Merve de çok mutluydular. Belki de biz öyle sanıyorduk. Suat her ne kadar Merve’sine kavuşsa da huzur dolu bir hayata kavuşamamıştı. Suat’ın onca çabasına rağmen bastıramadığı “Ey okur! Bu okuduğun gerçek değil.” diyen sesi de Merve roman boyunca duymuş ve yavaş yavaş Suat’ın ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Kısacası Merve var olan yanılsamadan kurtulalı çok olmuştu ama neyi, nasıl yapması gerektiğini bir türlü kestiremiyordu. Ayrıca kitabın başlarında karısını öldürmediğine emin olduğu Suat’tan şimdi o kadar da emin değildi. Karısını öldürmüş müydü? Öldürdüyse neden öldürmüştü? Acaba ondan ayrılmak istediğini söylese onu da öldürür müydü? Merve bu korku ve tereddüt halini yaşarken Suat, Merve’ye bu işin böyle sürüp gidemeyeceğini, artık kaçmaktan çok yorulduğunu, kendilerine sakin, huzurlu bir hayat kurmanın yollarını aramaları gerektiğini söyledi. Merve birden kendine geldi. Ne diye korkuyordu ki? Bir roman kahramanı ona ne yapabilirdi? O sadece bir metnin içine hapsolmuş zavallı bir adamdı. Merve Suat’ın bu isteğini ondan ayrılmak için bir fırsat olarak değerlendirdi ve Suat’a kendisinin zaten huzurlu ve mutlu bir hayatı ve çok sevdiği bir ailesi olduğunu söyledi. Kocası Selim, kızı Pınar, küçük oğlu Tarık. Evet, gerçek buydu.
Kitabın sayfaları birer birer kapandı. Merve gerçek yaşamına ve ailesine geri döndü.
Suat mı dediniz? O nasıl mı? Ona ne mi oldu? Elbette ki Suat mahzun, Suat ağlamaklı, Suat terk edilmiş ve Suat yalnız. Yine doğmak ve yine ölmek için bir rafa kaldırıldı. Aynı kaderi yaşayan pek çok kitabın kahramanı gibi.
**************
Bizim hikâyemiz burada bitti. Peki ya Suat’ın hikâyesi? O hâlâ devam ediyor. Suat Merve’nin kitaplığında(?), ilçe kütüphanesinde, bir üniversite öğrencisinin çantasında ve kitapçılarda sürekli düşünüyor; hâl çaresi arıyor. En sonunda bir çıkar yol buluyor kendince. Bir yazarın bu romanı okumasını bekleyecek ve sonra o yazarın zihnine girerek metinlerarası bir yolculuğa çıkacak. İstediği sevgi ve huzur dolu yaşamı bulduğundaysa oradan ayrılmamak için elinden geleni yapacak.
Acaba Suat hep özlemini çektiği huzur ve mutluluk dolu bir yaşama bu şekilde kavuşabilecek mi? Ne dersiniz?