Modern Kültürde Çatışma

İyinur Ergün
İyinur Ergün

Kitabın Adı: Modern Kültürde Çatışma
Yazarı: Georg Simmel
Çeviri: Tanıl Bora, Nazire Kalaycı, Elçin Gen
Basım Yeri ve Yılı: İstanbul, 2003
Yayınevi: İletişim Yayınları

 

Sosyoloji alanında özel bir yer edinmiş olan ve konuya dair okumalarımda beni son derece etkileyen bir eserden ve yazarından bahsetmeye çalışacağım.

 

Modern Kültürde Çatışma kitabının yazarı, Modernitenin ilk sosyoloğu diye anılan George Simmel 19. yüzyılın ikinci yarısında Almanya’da Yahudi bir ailede doğar Simmel  (1858-1918). Akademinin ezberlerini uygulamak dışında kendine has bir sosyoloji anlayışı geliştirir. Yüzlerce makale ve 25 ciltlik külliyatı bulunmasına ve üstelik çağdaşları tarafından en üretken ve en çok okunan sosyolog olmasına rağmen, hem dışlanmış hem de yöntemsel uygunsuzluk gerekçesiyle bir türlü Akademide yer edinememiştir. Yine de tüm bunlar Simmel’in başarısına gölge düşürmeye yetmemiştir. Avrupalı bir yazar olarak ABD’de ses getiren nadide isimlerden olmayı başarmıştır. Simmel’in hayat hikâyesi hiç kuşkusuz başka bir kitaba konu olabilecek kadar yoğun.O nedenle biz; okumaları,  araştırmaları ve bundan doğan eserleri noktasından hareketle yalnızca bir eserini tanımaya çalışacağız.

 

Simmel’in ele aldığı konular oldukça çeşitli ve bir o kadar da düzensizdir. Para, değerler, yabancılık, çatışma, gizlilik, kültür, sanat, birey, kişilik ve moda gibi konuları irdeler. Eserlerinde büyük kentlerin dönüşümü ve bunun bireyler üzerindeki etkilerini sorgular. Modern toplumsal ilişki biçimlerinden ortaya çıkan yeni ilişki biçimlerini araştırır. 

 

George Simmel, kentin kuruluş ve gelişmesinden ziyade kent hayatının kişilik üzerindeki etkilerini ve kişilikte meydana getirdiği değişiklikleri ele alır. Kent yaşamı bireylerin kaderini tümden etkilemiştir. Modern yaşamın en önemli sorunu, bireyin kendini ezen bir sosyal ve kültürel düzen içerisinde bağımsızlığını ve bireyselliğini korumak için yapmış olduğu çabalardan doğmuştur. (Yörükan, 2005: 62-63)

 

George Simmel’in bu eserde ortaya çıkan ilk gözlemi: İnsanlar farklı farklı güdülerle- çıkar, ihtiras, iktidar- davranırlar. Bu olguların çözümlenmesi psikolojiye düşer. İkinci gözlemi; bireyin kendisini diğerleriyle olan etkileşimleri ile birlikte açıklamasıdır. Toplumsal gruplar içinde bireylerin, iş birliği içinde ya da rekabette olduğu somut durumları inceler. Üçüncü gözlemse; insan etkinliklerinin genel biçimler (taklit, rekabet, hiyerarşik yapılar) ya da toplumsal gruplanmalarda (okul, ibadethane, devlet) yani her oluşumda bir takım biçimler içinde geliştiğidir. Sosyolojinin konusu, bu biçimleri çözümlemektir. Biçimler yoksa toplum da yoktur. (Freund,1998: 165-168)

 

Kitap üç bölümden oluşur  ve hacmi oldukça düşüktür. Her bir bölümü ayrı bir çevirmen tarafından tercüme edilmiş bölümlerin başlıkları şöyledir:  Modern Kültürde Çatışma, Metropol ve Tinsel Hayat, Moda Felsefesi.

Kitap, hacim olarak yarısını içine alan çağdaş yorumcu David Frisby tarafından yazılan “Georg Simmel: Modernitenin İlk Sosyoloğu” adındaki yazı ile başlar.   Okunması son derece rahat olan kitapta, satırlar ilerledikçe; yeniyi önceleyen, modern kent yaşamının insanı kıskaç altına alan çarklarına büyük bir hayretle şahit oluyorsunuz.

 

“Metropol, farklılıkları kaybeden bir varlık olan insandan, kasaba hayatına göre daha başka bir bilinçlilik miktarı talep eder. Metropole özgü ruhsal hayatın karmaşık doğası, derinden hissedilen, duygusal ilişkiler üzerine kurulmuş taşra hayatıyla karşılaştırıldığında anlaşılabilir. Taşra hayatına özgü ilişkiler ruhun daha bilinçsiz katmanlarına kök salmıştır, en kolay şekilde geliştikleri yer, kesintiye uğramayan alışkanlıkların düzenli ritmidir(…) Metropol her zaman para ekonomisinin merkezi olmuştur(…) Para ekonomisi ile zihnin egemenliği birbirine derinden bağlıdır (…)”

 

Para yalnızca mübadele değeriyle ilgilenir. Nitelikleri ve tikellikleri şu soruya indirger: “Fiyatı ne?” Kişiler arasındaki bütün duygusal ilişkiler, bireyselliklerine dayanır. Ussal ilişkilerindeyse insan bir sayı gibi, diğerlerinden farkı olmayan bir öğe gibi hesaba katılır ve yalnızca nesnel olarak ölçülebilen işleriyle ilgi görür. Bu nedenle metropol insanı, etrafındaki kimseleri satıcı ya da müşteri, hizmetçi, hatta çoğu kez ilişki kurmak zorunda olduğu kişiler olarak görür…”

 

Simmel’e göre, metropol insanı akıntıya kapılmış gibidir adeta. İlişkiler kısa ve hızlıdır. Bunun için yüzleşmeye gerek duyulmaz.

 

Kent hayatıyla insanın doğayla mücadelesi, insanın insanla mücadelesine dönüşmüştür. Farklılıklarını kaybeden insanlığın bıkkınlıktan dem vuruşunu ise “Kentler bıkkınlığın asli mekanıdır.” diyerek özetler Simmel.

Kitap, hayatın bir anlamda çürüyen yönlerini gözler önüne serer. Özellikle moda ile ilgili bir bölümü var ki birkaç kere okunup okutulması gerek denecek türden.

 

“Modanın özü şu olguda yatar: Modaya ilk uyanlar, her zaman, belli bir grubun bir bölümüdür sadece, grubun büyük çoğunluğuysa henüz modayı benimseme aşamasındadır. Moda genel bir şekilde benimsendiği, yani bazı görgü konularında yaşandığı gibi- başlangıçta sadece birkaç kişinin yaptığını herkes yapar hale geldiğinde, artık onu moda olarak tanımlayamayız. Modanın yaygınlaşması, aynı zamanda onu yok oluşa sürükler, çünkü yaygınlaştığı zaman ayırt edici olmaktan çıkacaktır… O, daima geçmiş ile geleceğin eşiğinde durur ve bu sayede bize, en azından doruk noktasında olduğu müddetçe, başka pek az fenomenin verebileceği güçlü bir ‘şimdi duygusu‘ verir.”

 

Günümüz bireylerinin bulunduğu soyut/somut ilişki biçimlerini anlamalarını kolaylaştıracak özellikte olup kesinlikle istifade edilmesi gereken bir öneme sahip. Kitap birkaç saatte okuyup bitirebileceğiniz bir inceliğe sahip olsa da anlam yoğunluğu olarak durum biraz farklıdır. 

Felsefe Öğretmeni/Çınar Koleji