Ülkemizin yaşadığı en büyük afetlerden biri olan depremle bir kez daha yüz yüze geldik. Ne yazık ki yine depremin bir afete dönüşmesine sebebiyet veren binalar dolayısıyla nice insanımız, bir gece vakti son nefeslerini içlerine çektiler ve gittiler…
İnsanın yaşadığı her şeyde, yaşamayanlar için nice pencere açılır. Pencereden baktığımızda görmemiz gerekenleri yakalayabilirsek hayatı ve insan olmayı daha iyi anlayabiliriz.
Pek çok yazar-çizer tarafından farklı açılardan ele alınan bu afetin bir penceresini de ben aralamak isterim. Hangi yöne bakacağız peki? Canı, cana karşın sunmaya!
Hep denir ya hani “annelik içgüdüsel bir davranıştır, içgüdü diyemeyiz çünkü içgüdü olsa asla bir anne evladını bırakmazdı hayvanlarda içgüdüdür annelik” gibi ben bu söylemi ilk kez duyduğumda da kalbime sindirememiştim zaten ama depremle birlikte iyice emin oldum. Annelik ve babalık, bazıları için içgüdüden bile ötedir.
İzlediğim bir videoda ekipler, enkaz altındaki babanın bir şeyin üzerine kapandığını fark ediyor ama baba vefat etmiş çoktan, kaskatı kesilmiş. Ekipler babayı bu yüzden biraz zor çekince oğlunu fark ediyorlar. Baba, bedeni ile kalkan olmuş oğluna ve oğlu hayatta şimdi.
İzlediğim başka videoda 35 yaşındaki polis baba, kızına sarılı halde bulunuyor. Kızı Zeynep sağlıklı bir şekilde çıkarılıyor; siper olan baba, sedyeyle yarı baygın.
Yine izlediğim başka bir videoda anne, iki çocuğuna siper olmuş ve bu sayede Allah’ın izniyle onları korumuş kendi yaralı.
Yine bir çocuk, 50 küsur saat boyunca muhabbet kuşunu avucunda taşıyor. Onu koruyor ve ikisi de sağ salim çıkarılıyor.
Bir anne, 20 günlük bebeğinin avucuna bir tutam saçını koparıp koyuyor. Olur da ölürse, çocuğu aileden biri bulsun diye DNA’sını bırakmış ekiplere. O an, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide, bir annenin yaptığı şey bu.
Adana’daki ve Gaziantep’teki hastanelerden gelen kamera kayıtlarına da bakmalı. Hemşireler nasıl da tereddüt etmeden kuvözdeki bebekleri korumaya gidiyorlar hem de depremin olanca şiddetine karşın. Kendi canlarını, çocuklar için kullanarak…
Peki ya arama kurtarma ekiplerinin riskli yerlere tereddüt etmeden girmeleri? Güney Koreli ekibin bu enkaz çok riskli, demesine aldırmayıp tünel kazarak bir genç kızı sağ salim çıkaran maden işçileri? Kendi canından bir kalkan kuşanıp çocukları çıkarmak için didinmeleri… Bir anne ile çocuğunu kurtarmak için 20 saate yakın uğraşmışlar mesela.20 saat! O ne sabır, o ne tükenmez bir umut Ya Rabbi! Bunları ne ile açıklayabilirsiniz ki? Tüm bilimsel teoriler; insanın temel güdüsünün, refleksinin hayatta kalmak olduğunu söyler, bu yüzden de kendi canımızın üzerinde bir şey olamayacağını. Peki ya bizim insanımızın, annelerimizin, babalarımızın, AFAD’ın, Kızılay ‘ın, İHH’nin, UMKE’nin, Askerlerin, Maden İşçilerinin, nice gönüllü kurtarma ekibinin enkazlardan bir canı sağ çıkarmak için yaptıkları onca şey?
Hayır, insan olmak; teoriler içerisine hapsedilecek, yalnız aklın egemenliğinde hoyratça kıstırılacak bir şey değil. İnsan olmak, gerektiğinde canından bile infak edebilmektir belki…
Ve sözlerimi nihayete erdirmeden bir pencere daha açmak isterim!
Yaşamla ölüm arasındaki çizgi için hep 72 saat kuralı vardır, bu yüzden bu zaman diliminden sonrası ölümün mülkündedir. Hayır, öyleydi! Öyle zannedilirdi. 209. Saatte bile Hatay’da enkazdan sağ çıkarılan baba kızın haberiyle dolu ekranlarımız. Peki, bunları nasıl yorumlamalı? Bilimsel açıklamalar bulmak için debelenmeyin hemen. Durun! Ben, sıradan bir Müslüman olarak bakmak istiyorum.
27 yaşındaki Muhammet mesela, tam 140 saat boyunca; aç, susuz, enkaz altında kaldı ve sapasağlam bir vücutla, Kur’an okuyarak çıkarıldı. Öyle ki getirilen tekbirlere eşlik için şahadet parmağını salladı göğe doğru defalarca. Bunun bilimsel izahı ne olabilir? İdrarını içmiştir, şu olmuştur vs mi? 140 saat boyunca mı? Hayır!
Ashab-ı Kehf kıssasına nazire gibi olaylara şahit oluyoruz. İnşallah gözümüzün şahit olduğuna kalbimiz de şahit olur da ahiret yurdumuz cennet olur, sahabeye komşu oluruz. 128.saatin ardından 2 aylık bebek de çıkmadı mı bugün sağ bir şekilde. Hatta gülümseyen bir yüzle? Biz görünen âlemden ibaret sanıyoruz dünyayı hâlbuki Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir. Gayb âleminin sahibidir. O bebekleri, çocukları, bu Muhammet kardeşimizi gayb âleminde yediren içiren koruyan, âlemleri Rabbi olan Allah azze ve celledir.
Şimdi diyebilirsiniz e 24 bin vefat var onları niye Allah korumadı? İşte bu tam da insana ait sığ bir sorudur. Eceli gelen, deprem olmasaydı da yatağında uyurken herhangi bir sebepten yine ölecekti. Ölüm bir saniye bile gecikmez. Tıpkı yiyecek ekmeği, soluyacak havası olan bu mucize kurtuluşların yaşamalarının saatlere bağlı kalmayışı gibi. Uykuda ölmek, sonsuz acılarla yıllarca kıvranıp ölmeyi murat etmekten daha evladır belki bilemeyiz. Kimse kendisi için gizlenen müjdeyi de kederi de bilemez çünkü.
Bu deprem, Allah’ın gazabının da rahmetinin de nice ibretiyle dolu. Rabbim bize ve tüm Müslüman âlemine her daim rahmetiyle muamele etsin inşallah. Başımıza gelen iyi şeyde de kötü şeyde de Rabbimizden razı olmayı bize nasip etsin. Allah’tan geldik yine ona döneceğiz. Niyazım odur ki yaratıldığımız ilk an gibi tertemiz bir kul olarak dönebilmek.