Bayrakla Seyahat

Nihat Gül
Nihat Gül

Hava boğucu sıcak. 

Kırklı yaşları devirmiş, sıska denecek kadar zayıf bir adam hızlı adımlarla yürüyordu. Adam, upuzun bir sopanın ucuna bağlanmış devasa bayrağı dalgalandırarak taşıyordu. 

İnsanların bakışlarını umursamadan meydanları geçerek Mecidiyeköy’e gelmişti. Durakta bekleyen otobüslerden birine yaklaştı. İri yapılı, sıcaktan yakayı bağrı açmış şoförle göz göze geldi. Şoför, adamı durdurup şöyle dedi:

-Hemşerim, o bayrakla öylece binemezsin! Otobüs kalabalık, illaki birini rahatsız edersin, sonra kavga gürültü… Hava sıcak, hiç kimseyi çekemem. Ya sopayı at, bayrağı yanına al ya da git taksi tut, uğraştırma beni.

-Bu sadece bayrak değil ki; köydür, kasabadır, sıladır, dedi gülümseyerek adam.

Bu sadece bayrak değil ki; köydür, kasabadır, sıladır…

Şoför adama baktı, avludaki armut ağacı geldi aklına. Köyündeki evinin avlusu. Köyü bu mevsimde ne güzeldir.

Yaz kış akan bir deresi vardı. Ağaçtan, çiçekten, çimenden yana zengindi. Koyunlar, keçiler serilmiştir çayıra. Köylüleri şimdi otları biçip kurumaya bırakmış yorgunluk çaylarını yudumluyorlardır. Yaşlı anacığı kış hazırlığına başlamıştır. Köyün diğer kadınları ile evin avlusunda pekmez, salça kaynatıyor; turşu kuruyordur. Taze salçaya ekmek banabilseydi şimdi. Kadınlardan biri bir türkü tutturmuştur. Kapının önündeki yaşlı Karabaş, başını kaldırıp uyuşuk uyuşuk bakınmıştır.  Ah, o armut ağacı. Dedesinin elleriyle diktiği avludaki o güzel ağaç. Armutları sert, sulu ve mayhoş; ağzına aldığında enfes bir tat… Şapırdata şapırdata yersin işte, daha ne olsun.

Peron görevlisinin uyarısıyla daldığı hayallerden silkindi birden.  Adama baktı, adam yoktu. Bu defa bayrağı aradı gözleri, bayrak da yoktu. Gün ortasında hayal mi görmüştü. Hareket saati gelmişti.  Kontağı çevirmek için hafifçe eğildiğinde gözlerinden yaşlar düştü. Direksiyonu çevirmeye başladığında kafasında izin alıp köye gitmeyi çoktan kurmuştu. Köyüne gidecek ve dalından bir armut koparacaktı.

Adam, elinde bayrak, kalabalıktan ayrılmadan devam etti. Yürürken bir baba ile oğluna denk geldi. Baba, adamı fark etmedi, oğluna öfkeliydi. Yolun ortasında kendine hâkim olamıyor, bağırıyordu. Çocuk çok ufaktı, babasının neden kızdığını anlamıyordu bile. Gözleri adama kaydı, kocaman bayrağı görünce gülüverdi. Baba o zaman adama doğru döndü. Şaşkınlıkla:

-Bu kocaman bayrak da neyin nesi? dedi.

-Bu sadece bayrak değil ki; vefadır, dedi çocuğun başını okşarken adam.

Bu sadece bayrak değil ki; vefadır, dedi çocuğun başını okşarken adam.

Gök masmaviydi, bulutlar kaybolmuştu. Oğluna baktı baba, oğlu büyümüş kendisi yaşlanmıştı. Hem de elden ayaktan düşmecesine yaşlanmıştı. Etrafında koşuşturan çocuklar, torunları olmalıydı. Oğlu geldi, bakımını yaptı, karnını doyurdu, sonra iki bardak çay getirdi, elleriyle yedirip içirdi babasını. Ağırdan bir muhabbete başladılar. Ne güzel ne olgun adam olmuştu. Gurur duydu, gönlü kabardı. Bir daha oğluna baktı, büyümemişti, hâlâ kocaman gözleri ile kendisine bakıyordu. Ne yaşamıştı az önce?

Şaşırdı, bayraklı adama baktı, yok olmuştu. İyice sersemledi. Öfkesi geçmiş, kafasındaki görüntülerden mahcup olarak oğlunun elini tuttu ve yürümeye devam etti. Güneş güzel ısıtıyor, rüzgâr yüzünü ılık ılık okşuyordu.

 Adam, bayrağını sıkıca tutarak adımlarını hızlandırdı. Kaldırımın köşesinde genç bir işadamı ile çarpıştı. Genç iş adamının elindeki telefonu ve ajandası düşüverdi. Birlikte eğilip yere düşenleri toplarken, genç adam:

-Şu bayrağın sopası neredeyse kafamı yarıyordu be adam, diye söylendi.

-Bu sadece bayrak değil ki; ailedir, bağlardır dedi sakince adam.

Birkaç kuş kanatlarını yavaşça çırparak uçuyordu. Ortalığı tarçınla karışık elma kokusu kapladı. Genç adam dikkat kesildi. Allah Allah, bu koku nereden çıkmıştı. Kariyer, para, başarı peşinde koşarken çok şeyi unutmuştu. Ama bu koku unutulacak gibi değildi. Annesinin yaptığı elmalı kurabiyelerin kokusuydu bu. Sahi annesi, babası ve kardeşi ile ne zaman sohbet etmişti. Teyze, hala, dayı, amca adeta yabancı kavramlar olmuştu kendisine. Hâlbuki teyzesinin böreklerini, amcasının şakalarını çok severdi. Sağlıkları, durumları, keyifleri… Haklarında hiçbir şey bilmiyordu artık. Vah etti haline, hemen bu hafta sonu büyük bir aile görüşmesi, buluşması yapmalıydı. Hatta bu akşam ailesini yanına alarak, dedesi ve babaannesine gitmeli hayır dualarını almalıydı. Geriye kaç günleri kalmıştı zaten. Annesi elmalı kurabiye yapsın diye elma ve tarçın almalıydı, ter içinde kalmıştı. “Ne oluyor bana?” diye mırıldandı içinden. Adama baktı, belirdiği gibi gözden kaybolmuştu. Kuşlar yere konmuş su içiyorlardı.

Adam, bayrağını kaldırarak Taksim Meydanına doğru ilerledi. 150-200 kişilik, büyük bir grupla karşı karşıya geldi. Terör örgütü destekçileriydiler. Gösteri yapıyorlardı. Onlara aldırış etmeden, ortalarından geçerek yürümeye devam etti. Bu hareketi grubu kızdırdı. Hepsi birden etrafını sardılar. Kimi hakaret ediyor, kimi bağırıyor, kimisi sövüyordu. İçlerinden birisi “Alın şunun elinden bayrağını!” diye bağırdı.

-Bu sadece bayrak değil ki, dosta güven düşmana korkudur, dedi kaşlarını çatarak adam.

Göstericilerin her biri kafasının içinde nal sesleri duydu o an. Önce nal sesleri sonra metal şakırtıları. Sesler görüntüye dönmeye başladı. Binlerce yıl öncesinden tuğlarını, sancaklarını kaldırmış, atlarını dörtnala süren sert yüzlü savaşçılar, kılıçlarını havada sallayarak üzerlerine gelmekteydiler. Nalların toprağa her vuruşunda, kopan her narada önce solukları sonra göğüsleri sıkıştı. Ne yapacaklarını bilemediler, ne olduğunu anlayamadılar. Ellerindeki pankartları atıp can havliyle kaçmaya başladılar. Onlar nal seslerinden uzaklaşmak için koşarken adam bıyık altından gülerek bakıyordu.

Adam, bayrağını daha keyifle sallayarak İstiklal Caddesine doğru devam etti. Sarmaş dolaş yürüyen genç sevgililer adama gülerek baktı. Oğlanın şekli şemali düzgün, kız sevimliydi. Oğlan kahkaha ile karışık:

-Amca, hayırdır? Savaş mı çıktı yoksa bilmediğimiz bir bayram mı var? Şimdi nedir bu bayrak? dedi.

-Bu sadece bayrak değil ki; sevdadır, dedi adam.

Erkeğin gözünün önünden bir çift ceylan göz geçti. Kız, kartal edalı bir çift kaş gördü. Erkek, leylaklar ve sümbül kokuları hissetti. Kız ise gül ve sardunya.

Bu sadece bayrak değil ki; sevdadır…

Erkeğin gönlünde güvercinler uçtu, kızın kalbine kumrular yuva yaptı. Erkeğin kulağında Karacaoğlan türküleri, kızın kulağında Neşet Ertaş… Ceylan gözün hayali uzaklaştıkça erkek huzursuzlaşıyor, peşinden yollara düşmek istiyordu. Kız, kartal bakışın güvenine sığınmak istiyor, korkmaya başlıyordu. Sonra birbirlerine baktılar. Gözlerinde gördüklerini gönüllerinde göremediler. Erkek dudağını ısırdı, kız başını önüne eğdi. Yavaşça uzaklaştılar. Birbirlerine tek kelime etmeden kendi sevdalarının yollarına yolcu oldular.

Adam, bayrağı ile huzurlu bir tempo tutturmuştu. Yürüyüş boyunca insanlarla selamlaştı, birkaç kedi sevdi. Karaköy üzerinden Fındıklı sahiline gelmişti. Deniz usulca dalgalanıyor, dalga sesleri rehavet getiriyordu üzerine. İleride bir bebek ağlaması duydu. Çok şiddetlice bir ağlayıştı bu. Kalktı, o tarafa doğru yürüdü. Bebek, 3-4 aylıktı. Arabasının içinde yüksek sesle ağlıyor, anne ve babası susturmak için uğraşıyordu. Annesi mama biberonunu vermeye çalışırken babası çıngıraklarla türlü türlü komik hareketler yapıyordu. Anne ve baba uyumlu, mütevazı, kibar görünüşlü, kıyafetlerinden belli ki bir parça yoksul, genç bir çiftti. Bebeğin derdi neydi bilinmez şekilde ağlıyor, yorulup tıkanınca biraz susup sonra tekrar başlıyordu. Adam iyice yaklaştı. Arabanın dibine kadar geldi. Anne ve baba bir yabancının çocuklarına bu kadar yaklaşmasından tedirgin olmuşlardı. Adam bayrağının sopasını bebek arabasının yanına koydu ve hızlıca bayrağı sopadan çıkardı.  Bebek, adama bakıp elini uzatınca adam bayrağı bebeğin üstüne bıraktı. Anne ve baba korkuyla çocuğun üstüne doğru hücum etti. Baba bir yandan “Ne yapıyorsun be adam, el kadar çocuk o koca bayrağın altında boğulur” diyordu.

Fakat onlar hücum ederken bebek bayrağı, bayrak çocuğu tuttu. Bayrak bebeğin üstüne kırmızı beyaz bir örtü oldu. Bebek, ağlamayı kesmiş, örtüsüne sarılıp tatlı tatlı kahkaha atıyordu. Bebek güldükçe adam da gülüyordu. Annesi şaşkın bir halde:

-Bayrağın yaptığına bak, dedi.

-O sadece bayrak değil ki; gelecektir, umuda dair her şeydir, dedi adam.

O sadece bayrak değil ki; gelecektir, umuda dair her şeydir…

ETİKETLER:
Rehber Öğretmen/Başakşehir Aziz Sancar Ortaokulu