Savm-u Salat-u Hacc İle

Enes Kavas
Enes Kavas

Rahman ve Rahim olan, cümle mahlukatın rızkını veren, dilediğini aziz ve dilediğini zelil kılan, “Ol!” deyince olduran, müminleri İslam ile müşerref kılan alemlerin Rabbi, Allah’ın adıyla… Salat ve selam Allah’ın resulü, habibi, fahri kainat efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav), onun ashabının ve ehli beytinin üzerine olsun.

Ramazan-ı Şerife nail olduğumuz bu mübarek günlerde mühim bir hususu hatırlatmakta fayda vardır. Müminler, duaların kabul edildiği, cehennemin kapılarının kapatılıp cennetin kapılarının açıldığı, içerisinde bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni barındıran Ramazan ayında ibadetlerin suretinden manasına, şeklinden künhüne vasıl olmaya gayret etmelidir. Zira ne oruç ne namaz ne de diğer ibadetler özüne vakıf olunmadığı durumlarda manevi olarak kişiyi Rabbine yakınlaştıramaz veyahut yakınlaştırmakta yetersiz kalmaktadır. Allah’ın rızasına talip cennetine ragıp, cemaline aşık bir kul, orucun sadece yeme içmeden bir müddet uzak durulan ibadet olmadığını bilir. İşte bu yüzden yalnızca Allah’ın rızası gözetilerek tutulan oruç, insanın hem bedenini hem ruhunu tezkiye etmesine vesile olur, oruçlu sadece aç ve susuz kalmakla yetinmez; aynı zamanda kötülüklerden sakınır, nefsinin arzularına direnerek manevi olgunlaşma yolunda bir adım atar.

Unutulmaması gerekir ki; Rabbimizin bizim hiçbir ibadetimize ihtiyacı yoktur. Tutulan oruçlar, kılınan namazlar, verilen sadaka ve zekatlar sonsuz kudret sahibi Rabbimizi yüceltmediği gibi yapılan masiyetler de onun kudretine halel getirmez. İbadetlerin yegâne gayesi kulun kul olduğunun bilincinde Rabbimize layık olmaya çalışmak ve yaratılış gayemizi idrak etmektir. Bu sebeple tüm ibadetleri en mükemmel şekilde yerine getirmeye çalışmak tüm Müslümanların boynunun borcudur. Bu ise ancak ibadetlerin manasını idrak etmek ve bu şuurla amellerimizi eda etmekle mümkün olur. İbadetlerimizi sadece zahiri olarak yerine getirmek yeterli değildir; onların özünü kavrayarak, ahlaki ve manevi boyutunu da hayatımıza yansıtmalıyız. Aksi takdirde, ibadetler şeklen tamamlansa da ruhu eksik kaldığında maksadına ulaşmaz ve kişiyi hakiki anlamda Rabbine yaklaştırmaz. Bu noktada kendimize şu soruları sormamız isabetli olacaktır. 

Eser: Gülsemin Velidedoğlu

Ramazan-ı Şerifte imsak ile iftar vakti arasında aç ve susuz kalan ancak bu müddet içerisinde gıybet eden kimse[1] acaba Allah katında makbul bir oruç tutmuş mudur? Oruç tutan ancak kul hakkına giren kimse acaba affa müstahak olmuş mudur? Oruç tutan ancak yalan söyleyen kimsenin Ramazan ayından bir nasibi var mıdır?[2]

Ramazan-ı Şerif’in nefis ile mücadelenin ayı olduğu aklımızdan çıkmamalıdır. Bu ayda oruç tutmaktan maksat gündüz bedeni aç bırakıp iftar vaktinden sahura kadar nefsin emrettiği şekilde ölçüsüzce kurulan iftar sofralarında, açık büfe hizmet veren sahur sofralarında dilediğince yemek ve harcamalarda bulunmak değildir. Bu sofralarda yapılan israf oruçtan hasıl olan sevabı ateşin odunu tüketmesi gibi tüketmemekte midir? [3] Yahut oruç sadece belirli saatler arasında aç kalıp tüm arzu ve isteklerin akşam vaktine tehirinden ibaret midir? Hele ki Gazze’de, Doğu Türkistan’da ve ismini tek tek zikredemeyeceğimiz kadar çok olan zulüm altındaki beldelerde sayıları milyonları aşan mazlumların sadece günün belirli saatlerinde değil her daim aç ve susuz olduklarını bilirken müreffeh ülkelerdeki Müslümanların iftar ve sahur sofralarında yaptıkları israflara neden engel olamamaktadır?

Unutulmaması gerekir ki israf edilen her bir lokmada o gece yatağına aç olarak yatan, kursağından bir lokma yemek geçmemiş Ümmet-i Muhammed’in yetimlerinin, mazlumlarının hakkı vardır. Allah katında makbul oruç tutmak isteyen bir mümin nefsinin tüm zorlamalarına, ahir zamanın tüm fitnelerine rağmen orucun sadece açlıktan ibaret olmadığını, namazların eğilip kalkmaktan öte bir mana taşıdığını, yapılan yardımların elde kalan bozuklukların yahut eskimiş veya artık kullanılmayan eşyaların elden çıkartılmasından ibaret olmadığının farkına varmalıdır. Biz Müslümanlara lazım olan manadan berî bir şekilde vücudu aç bırakıp oruç tutmak, namazın esas manasından uzaklaşarak şeklen eğilip kalkmak yahut tatile gider gibi kutsal topraklarda hac ile umre yapmak değildir. Mesele yediğimiz her lokmada ümmetin hakkının da olduğunun bilincinde beden ve ruh ile nefsin kötülüklerinden haramlardan sakınarak oruç tutmak; alemlerin Rabbinin huzurunda tadil-i erkan üzere zulme kıyam ederek namaz kılmak; sağ elin verdiğini sol el görmezcesine sadaka vermek; can, mal ve beden ile Allah rızası uğruna cihat etmek, zekât vermek ve Rabbimize layık birer kul, sebebi hilkati alem Hz. Muhammed Efendimize layık birer ümmet olmaktır. Arif olan kimsenin düsturu budur. Niyazi Mısrî’nin de ifade ettiği üzere:

“Savm-u Salât-u Hacc ile sanma biter zâhid işin
İnsan-ı kâmil olmaya lazım olan irfân imiş”

[1] Hucurat Suresi 12. Ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tabii ki bundan tiksindiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.”

[2] Abdurrahman b. Ebû Bekre’nin naklettiğine göre, babası (Ebû Bekre) (ra) şöyle anlatmaktadır:

“Resûlullah (sav) üç kere, ‘Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?’ buyurdu.

‘Evet söyle yâ Resûlallah!’ dedik. Bunun üzerine Resûlullah, ‘Allah’a ortak koşmak ve anne-babaya saygısızlık/kötülük etmektir.’ buyurdu. Sonra arkasına yaslanmış hâldeyken doğruldu ve şöyle dedi: ‘Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır. Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır.’ Bu cümleyi o kadar çok tekrarladı ki ‘Susmayacak.’ dedim.” (Buhârî, Edeb, 6)

[3] A’râf Suresi 31. Ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey Âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzelce giyinin, yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni/Yeni Doğu Okulları