Her zaman bir yazıya başlamak zordur, hayata başlamak gibidir bazen. 9 ay beklersin ilk sesini sunarak kendini yazmaya başlamak için. Esasen Allahutaala’nın dediği gibidir tam da “Biz insanı meşakkat, imtihan ve çile ile içli dışlı yarattık.” (Beled, 90/4) Bu içli dışlı oluşa, ruhu cennette yaratılmış olan bizlerin, beden hücresinde bu diyara göç etmesiyle başlarız. Bizler “göç” kavramını ana babamızdan miras diye aldık en nihayetinde. Öyle bir miras ki her doğuşta kendinden hiçbir şey eskitmeden devam eden koca bir kervan. Kervanın yolcuları olarak hasreti kanımızdan bir parça diye çoğalttıkça çoğaltırız içimizde. Peki imtihanlarla kardeş olan insanın göç hareketi yalnız doğumuyla mı sınırlıdır?
Biz Türkler, çağlar boyunca nice göç hareketinin bilfiil içerisinde yer almış, yeri gelmiş göç eden yeri gelmiş göç alan olmuşuzdur. Ötüken Dağlarından Anadolu’ya uzanan öykümüzde bizi ve tarihi dipten mayalayan nice gelişmelere önsöz olmuştur.
Göç, yalnızca insanların bir yerden bir yere gidişi değil; tüm bir insanlık tarihinin de yeniden yazılmasıdır. “Terk edilen ve yerleşilen yer ile göçenler ve göçülen yerdekilerin nitel ve nicel özelliklerindeki farklılıklar yanında göç nedeni, kapsamı ve işleyiş sürecinde farklılıklar her göçü bir diğerinden farklı kılmıştır” (Yılmaz, 2014: 1692). Bu farklılıklar içerisinde insanı en kederlendirenleri hiç kuşkusuz savaşların, kıtlığın, siyasi çalkantıların yol açtığı göçlerdir. Özellikle Yakın Doğu’da Irak’ın işgali ile başlayan olaylar neticesinde büyük bir insanlık dramı yaşanmış ve 1,5 milyona yakın Iraklı göçe mahkûm edilmiştir. Yakın Doğu’daki Arap Baharı, değişen rejimler, darbeler, ekonomik ve siyasi bunalımlar ve iç savaşlar hâlâ devam eden göç hareketlerinin temelini oluşturmaktadır. İnsanın yeryüzünde bir sürgündeymiş gibi yaşadığını hatırlatmak istercesine insanlığın önünde her gün başka bir acı, sınav sorusu olarak belirmekte ve bizleri zor durumda bırakmaktadır. Tıpkı Cahit Zarifoğlu’nun “Filistin bir sınav kâğıdı/ Her mümin kulun önünde” mısralarında kendine yer bulduğu gibi.
Bugün Filistin coğrafyasındaki halk sistematik bir şekilde göçe maruz bırakılmış ve bırakılmaya da devam etmektedir.
Peki bu göç hareketleri yalnızca asrımızda mı bu kadar iç içe olduğumuz bir hakikattir? Elbette ki hayır. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı Devletleri olsun her zaman mazlumun yanında olmuş ve imparatorluklarının kapılarını bir ana gibi açmıştır göçmenlere. Bu hususta birkaç örnek vermek isabetli olacaktır. Bugünkü Arnavutköy semtinin adını aldığı Arnavutlar, Fatih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı topraklarına getirilmiştir. Yine Rusya’nın Polonya Krallığı’nı almasından sonra bugünkü Polonezköy semtinin adını aldığı Polonyalılar, göç edecekleri yer olarak Osmanlı topraklarını seçmişlerdir. Gürcü, Çerkez, Abaza, Boşnak nice göçmen de yine imparatorluk topraklarına gelen halklardır.
“Ülkemize yönelik kitlesel göç hareketleri Cumhuriyet’in kuruluş süreci ve sonrasında da devam etmiştir. Bu hareketlerin en somut örnekleri ise şu şekilde özetlenebilir:
- 1922-1938 yılları arasında Yunanistan’dan 384 bin kişinin,
- 1923-1945 yılları arasında Balkanlar’dan 800 bin kişinin,
- 1933-1945 yılları arasında Almanya’dan 800 kişinin,
- 1988 yılında Irak’tan 51.542 kişinin,
- 1989 yılında Bulgaristan’dan 345 bin kişinin,
- 1991 yılında I. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’tan 467.489 kişinin,
- 1992-1998 yılları arasında Bosna’dan 20 bin kişinin,
- 1999 yılında Kosova’da meydana gelen olaylar sonrasında 17.746 kişinin,
- 2001 yılında Makedonya’dan 10.500 kişinin,
- Nisan 2011- Mart 2019 arasında Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle yaklaşık 3.6 milyon kişinin Türkiye’ye gelişi.
Özetle, Ülkemiz, 1922’den günümüze kadar 6,5 milyondan fazla kişiye kucak açmıştır. Bu sayıya çalışma ve eğitim gibi amaçlarla gelen yabancılar dahil değildir. Türkiye’ye çalışma, eğitim ve diğer amaçlarla gelmiş olan yabancılara ilişkin rakamlara bakıldığında son 15 yılda yaklaşık 3.3 milyon yabancının ikamet izni aldığı kaydedilmiştir.” (Türkiye Göç İdaresi Başkanlığı)
Müslüman Türkler, sadece soydaşları ya da dindaşları için değil; tüm dünya insanları için zulme maruz kalınca sığınılacak ilk liman, soluklanılacak ilk kapıdır. Sırf bu durum bile tarihimizin bir şeref madalyası gibi göğsümüzde taşımamız gereken bir ruhla dolu olduğunu göstermeye yeterlidir.
İnşallah, ülkemiz her daim siyasi, sosyal, ekonomik, askeri alanlarda gücüne güç katarak ilerler de yeryüzündeki mazlumların kalkanı olmaya devam eder. Son yıllarda dünya genelinde yaşanan olaylar göstermektedir ki; biz zayıflarsak, mazlum insanlar için yeryüzü dikenli tellerle örülü bir açık hava hapishanesine dönüşecektir.
Bir göçmen olarak geldiğimiz bu dünyadan yine bir göçmen olarak veda ediyoruz hepimiz. Cennet göçü, dünya sürgünü ve nihayetinde dünyadan da göç edip asıl vatana dönüş. Göç ede ede vatana dönme arzusu. İşte budur her insanın şahsi tarihinin kısa özeti.