“Bizi Ramazan’a kavuşturan Allah’a hamdolsun.” diyerek başlayalım. Her yönüyle rahmet ve bereket mevsimi olan Ramazan, insanlığın en çok muhtaç olduğu değerleri gündemimize getiriyor.
Kur’an’ı getiriyor günlük hayatımıza âdeta yeniden inercesine…
Bizi terbiye eden ve bize sabrı öğreten orucu getiriyor Ramazan…
Gecelerin sultanı olan Kadir Gecesi’yle geliyor Ramazan…
İkram etmeyi, paylaşmayı, muhtaca el uzatmayı hatırlatıyor nefislerimize…
Bir eğitici, bir öğretici olarak geliyor Ramazan…
Çünkü o, oruçla nefsimize gem vurmayı, lanetli şeytanı alt etmeyi, kötülüklere karşı duran adam olmayı, bizi isyana iten tüm arzulara karşı galip gelmeyi telkin eder bize…
Nefsimizi temize çıkarmanın yollarını gösterir.
Ramazan ve oruç, bize kendimizi başkalarının yerine koyabilmeyi, empati yapabilmeyi öğretir. Bir damla suya muhtaç mazlumların çektiklerini hatırlatır, bir lokma ekmeğe muhtaç kardeşlerimizin hâllerini dillendirir kendince…
Ramazan; namazları, oruçları, sadakaları, sahurları, mukabeleleri ve itikaflarıyla yoğun bir kulluk ayıdır. Nitekim sahabe-i kiramın bildirdiğine göre Sevgili Peygamberimiz (a.s) Ramazan ayı gelince ibadetlere ve nefis muhasebesine daha çok vakit ayırırmış. O zaman burada durmalı ve Ramazan’a peygamberce bakmalı, onun gibi yaşamalı…
Aslında Ramazan, önümüzdeki on bir aya hazırlık niteliği taşır. Geride bıraktığımız on bir ayda zayıflayan dinî bilincimiz, Ramazan’da yoğun biçimde yapılan çeşit çeşit ibadetlerle yeniden güçlenir. İbadetleri yapma aşkımız, nefsimizin isteklerine karşı koyma azmimiz artar. Böylece önümüzdeki Ramazan’a kadar bizi diri ve güçlü tutacak manevi yükümüzü almış oluruz. Ramazan, bize bir dahaki Ramazan’a kadar dindarlık şuurumuzu yaşatacak ve koruyacak alışkanlıklar kazandırır. Beş vakit namaz, nefse hâkim olmak, fakir ve muhtaçlarla hemhal olmak, Kur’anlı bir hayat yaşamak, Allah’ı her an hatırda tutmak ve kızdığımız zamanlarda “Ben oruçluyum.” bilincini koruyabilmek, elimizle ve dilimizle kötülüklere karşı oruçlu gibi davranabilmek, Ramazan’dan ömrümüzün tamamına taşıyacağımız manevi değerlerdir. Bunlar aynı zamanda ömrümüzü Ramazanlaştırmaya yarayan sermayemizi oluşturur.
Özgürlük düşüncesinin ve tüketim kültürünün her taraftan bizi kuşattığı bir çağda yaşıyoruz. Bu aynı zamanda istek ve arzularımıza gem vuramadığımız bir ortama bizi yöneltiyor. İletişim araçları aracılığıyla insanlara yapılan “İstediğin her şeyi yapabiliyorsan özgürsün.” propagandası, aslında bizi farkında olmadan bağımlı bir hayata sevk ediyor. Merkeze insanı koyan batılı hayat tarzının bir ifadesi olan bu anlayış, hayatın sahibinin Allah olduğunu, sadece O’na kulluk etmenin gerçek özgürlük olduğunu ve nefislerin ve arzuların peşinden koşmanın bunları putlaştırmak olduğunu ilan eden İslamî değerlerle ne kadar örtüşüyor?
Kur’an, canımızın her istediğini yapmayı insanların kendi arzu ve isteklerini ilah edinmesi olarak nitelendiriyor. Her istediğini yapmak demek; Allah’ın koyduğu sınırları, haramları-helalleri tanımamak anlamına gelir. Oysa helaller ve haramlar, Müslüman’ın hayatında uyması gereken kırmızı çizgilerdir. Yine Kur’an’a göre terbiye edilmemiş, kontrol altına alınmamış insan nefsi, kötülüğü arzular. Oruç, bize nefsimizi kontrol altına almayı öğretir. Her şeyin önümüzde olduğu iftar sofrasında “Allahü Ekber” çağrısını duymadan hiçbir yiyeceğe el sürmeme iradesini bize telkin eder. Oruç aynı zamanda canımızın her istediğini yemekle, her arzumuzu uymakla özgür olmayacağımızı söyler. Olsa olsa arzu ve isteklerimizin kölesi olacağımızı belirtir. Çünkü insanın istek ve arzuları bitmek tükenmek bilmez. Bunlara kendisini kaptıran insan iradesini ve özgürlüğünü kaybeder.
Ömrümüzü Ramazanlaştırmak, her geleni Hızır, her geceyi Kadir bilmektir. Her günü oruçlu gibi yaşayabilmektir. Kulluğu ömrümüzün tamamına yayabilmektir. Yaratanın rahmet ve şefkatini yaratılmışlardan esirgememektir. Her dem, “ihsan” üzere olmaktır. Allah’la yaşamak ve Allah’la ölmektir. |
Hz. Ömer (r.a.) bir gün oğlu Abdullah’ın evine gitmişti. Abdullah (r.a.), sofrada kebap yiyordu. Durumu gören Hz. Ömer’in rengi değişti, oğluna sordu:
– Ne oluyor?
– Canım et istedi…
– Öyle her canının istediğini yiyeceksin öyle mi? Bir insanın müsrif olması için canının her istediğini yiyip içmesi yeter de artar bile…
Hz. Ömer’e göre insan, nefsinin esiri olmayacak, yeri gelince ona “dur” diyebilecekti. Hayatımızda yenilmesi helal olan yüzlerce yiyecek, yapılacak onlarca iş var. Nefis, bunların hepsine göz kırpar ama insan “Hayır, bunu yemeyeceğim, bunu yapmayacağım.” diyebildiği zaman erdemli davranmış demektir. Bu sebeple insan, nefsinin dizginlerini elinde tutabilmelidir. İşte oruç, bizi nefsimize köle olmaktan kurtarır. Oruçlu iken açlığımıza, susuzluğumuza karşın bizi yemeden-içmeden engelleyen herhangi bir maddi güç olmamasına rağmen nefsimizin isteklerine uymayız. Oruç sayesinde irademize hâkim olur, arzu ve isteklerimize “hayır” diyebilmeyi öğreniriz.
Ramazan ayı boyunca oruç okulunda sabır ve irade eğitimi yapar, başarıyla bu eğitimi tamamlarız. Ancak çoğu insan, Ramazan biter bitmez bir ay boyunca elde ettiklerini bir kenara atar ve eskiye döner. Siz hiç yıllarca emek verip okuyan, mezun olan bir öğrencinin mezun olduktan sonra “Nasıl olsa okul bitti.” diye diplomasını yırtıp attığını gördünüz mü? Onca yıl çalış, çabala ve mezun olunca kazandıklarını çöpe at. Ne kadar saçmadır değil mi? Aklı başında her insan böyle bir davranışın öncelikle kendisi için büyük bir ziyan olacağını düşünür. Düşünür düşünmesine de Ramazan ayı boyunca çalışan, aç kalan ve nefsine hâkim olmayı öğrenen bir insanın Ramazan bittikten sonra tekrar nefsinin kölesi olmayı tercih etmesi ne ile izah edilebilir?
Öfkeye hâkim olmayı öğrenen bir insanın Ramazan’dan sonra âdeta bir sinir küpüne dönmesi ne ile açıklanır?
Ramazan’da camiye, cemaate, beş vakit namaza alışan bir insanın “Ramazan gitti, kulluk bitti.” anlayışıyla yeniden eskiye dönmesi onun için bir aylık emeğin zayi edilmesi değil midir?
Ramazan ayı boyunca namazla arkadaş olan, Kur’an ile dostluk kuran ve güzel ahlak elbisesini giyen bir insanın Ramazan biter bitmez eski alışkanlıklarına, ihmallerine ve tembelliklerine geri dönmesi ne kadar hazindir!
Ramazan’ın ziyafet ve eğlencelerle dolu yüzüne aldanıp onun içindeki gerçek hazineyi göremeyenler ve Ramazan’a gönül penceresinden bakamayanlar onu hakkıyla anlayamamışlardır. Oysa asıl marifet; o ayda insana bir ömür boyunca yoldaşlık edecek, onu Allah’a yakınlaştıracak hazinelerin varlığını görebilmek ve bu erdemleri kuşanabilmektir. Güzel akıbet ve kurtuluş işte bu erdemlere sahip olanlarındır.