Her Mümin Bir Muhacirdir

Esra Çifci Dindar
Esra Çifci Dindar

Resulullah’ın Mekke’den Medine’ye hicretinin gerçekleştiği gün, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Hz. Ali’nin teklifiyle takvimin başlangıcı sayılmıştır. Böylece Müslümanlar, İslam tarihinin önemli bir dönüm noktası olan hicrete verdikleri önemi kayda geçirmişlerdir. Zira Hz. Ömer, hayatlarını ve hayatlarımızı değiştiren hicreti, Müslümanların tarihinin başlangıcı olarak seçmiştir. Allah Resulü (a.s.)’ın güzide ashabı; vahyin ilk geldiği tarihi değil, Allah Rasulü’nün doğumu veya ölümünü değil, “hicreti” tarihin başlangıcı yaptılarsa, hicretin Müslümanlar için üzerinde düşünmeye değer büyük bir anlamı olmalıdır. 


Bu yıl hicri yılın ilk günü 19 Temmuz 2023 Çarşamba gününe denk geliyor. Hicri takvimin başlangıcı olarak hicretin yıldönümü, İslam geleneğinde hiçbir zaman alternatif bir yılbaşı olarak tasavvur edilmemiştir.  Ancak hicreti bir arınma ve inşa çabası olarak algılamak ve 1445. hicrî yıl vesilesiyle hicretin bu anlam ve fonksiyonunu İslam dünyasında gündeme taşımak Müslümanlar olarak bugünkü sorumluluklarımızın tespiti açısından önemsenmelidir. Çünkü Hicret, Yüce Dinimizin rahmet yüklü tebliğini bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan kutlu yolculuğun başlangıcını ifade etmektedir. 


Allah Rasulü’nün hayatına hicret hadisesini anlamak için bakıldığında şu girift gerçek ile karşı karşıya kalırız. Esasen Hz. Peygamber (a.s.) iki hicret gerçekleştirdi.  Bunlardan biri onun Mekke’den Medine’ye gerçekleştirdiği mekânsal ve tarihsel hicretiydi. Bu hicretle Hz. Peygamber (a.s.) ve Müslümanlar, ilk kez o günkü toplumda popüler olan  cahili değer yargıları ve hayat tarzı karşısında bağımsız bir  toplum oluşturdular ve İslâm’ı bütün kurumları ve kavramları ile inşa etme imkanına kavuştular. Efendimiz’in (a.s) Mekke’den Medine’ye hicreti bir defaya mahsus bir hicretti. Bu hicretin ayrıntıları ve sonuçları üzerinde siyer kitapları ve İslam tarihi kaynaklarında sıkça durulmuştur. Fakat üzerinde daha fazla durmayı hak eden asıl büyük hicret çok daha erken başlamıştı. Bu yönüyle Allah Resulü (a.s.)’ın ve ashabının hicreti, tarihsel hicreti de içerisine alan çok daha kapsamlı bir yolculuktu. Bu hicret Allah Resulü (a.s.)’ın yaşadığı çağda başlattığı zihinsel hicrettir. Zihinsel hicret sürekli bir hicrettir. Allah Resulü (a.s.)’dan ümmetine kalan bir sünnettir. Her Müslüman bu zihinsel hicreti gerçekleştirmek zorundadır.  


Allah Resulü (a.s.) zihinsel hicreti şu üç aşamada gerçekleşmişti: Ahlaki hicret (günah olan davranışları terk ederek iyi ve güzel olanı tercih etmek), Hicretin Toplumsallaşması (kötülükten sakındırıp iyiliği yaygınlaştırmak için birlikte harekete geçmek) ve Hicretin sürekliliği için “Büyük Cihat” (iyi kalmak için verilen mücadelede sabırlı ve kararlı olmak)


Hicretin İlk Aşaması: Ahlaki Hicret


Allah Resulü (a.s.)’ın Risâlet’ini ikiye ayıran hicret hadisesi vahyin inişinin 13. yılında gerçekleşmiştir. Fakat Kur’an-ı Kerim’in iniş süreci takip edildiğinde hicretin Allah Resulü (a.s.)’a ilk emredilen amellerden biri olduğu görülür. Bu yönüyle bakıldığında hicretin fiziksel ve mekânsal değişikliğin çok ötesinde daha geniş bir kavramsal çerçeveye sahip anahtar bir kavram olduğu anlaşılır. 


Risalet’ten önce Cahiliye toplumu sosyal, siyasi ve ahlaki yönden büyük bir çöküntü içinde bulunuyordu. Dünya hayatına aşırı düşkün olan müşrikler, Allah’a inandıklarını söyleseler de Allah’ın hayatlarına karışmasını istemiyor, hazza ve paraya dayalı olarak kurguladıkları bir yaşam tarzı sürdürüyorlardı. Malı yığma tutkusuyla seviyor, ahirete karşı dünya hayatını seçip üstün tutuyorlardı. Helal, haram sınırı tanımadan mirası yiyorlar, yetimlerin toplumdaki güçsüz kesimlerin hakkını gasp ederek, kabirlerine gidene kadar dünya nimetleriyle oyalanıyorlardı. Kendi nefislerini tatmin için zayıfların alın teri ve emeklerini çalıp çırparak oluşturdukları zenginlikleri her türlü değer yargısından uzak olarak tüketiyorlardı. Böyle bir ekonomik düzenle paralel olarak gelişen ahlaki davranışlar da erdemden oldukça uzaktı.


Bu karanlığın ortasında doğup büyüyen, aldığı vahiyle düzenin çarklarını durdurup yalnız Allah’ın otoritesine dayalı bir sistem kurmakla görevlendirilen bir peygamber: Hz. Muhammed (a.s.). İndirilen ilk ayetlerde Allah, Resülü(a.s)’ın nasıl bir yol izlemesi gerektiğini şöyle belirtmiştir:


“Doğunun da ve batının da Rabbi; O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse hayatındaki ölçüleri/kaderini belirleme yetkisini O’na izafe et! Halkın senin aleyhinde söyleyebileceği her şeye sabırla tahammül et ve onlardan uygun bir şekilde hicret et/uzaklaş (vehcurhum hecran cemila)!(Müzzemmil, 73/9-10.)


“Ey yalnızlığına bürünmüş olan! Kıyam et/kalk ve uyar! Rabbinin büyüklüğünü ve yüceliğini an! Elbiseni/özbenliğini temiz tut! Ve ruczden/bütün pisliklerden hicret et/kaçın (fehcur)! İyilik yapmayı kendine kazanç aracı yapma!” (Müddessir, 74/1-6)


Ayetlerde Allah Resulü (a.s) rüczden hicret etmeye çağrılmıştır. Rucz; kendisinden kaçınılması gereken, ilahi gazaba ve nihai azaba yol açabilecek, şeytan işi manevi pisliklerdir. Yani ruhi arınmayı ve deruni aydınlanmayı engelleyebilecek günahlardır.  


Hicret, bu ayetlerdeki anlamıyla bedenen yapılan göç olmayıp zihinsel bir tutumla cahili sistemden ayrılmaktır. Böylece öncelikle Allah Resulü (a.s)  hicret edecek, ardından Mekke’nin baskı ve işkence kokan ağır havasını teneffüs edenler, yepyeni bir atmosfer oluşturmak üzere tüm sıkıntılara, Allah’a ve Resulü (a.s)’a hicret etmek üzere katlanacaklardır. Bu hicret, Lut (a.s.)’ın, Hz. İbrahim (a.s.)’ın mesajını dinledikten sonra söylediği şu teslimiyetin aynısıdır. “Gerçekten ben Rabbime hicret edeceğim.” Yani tüm cahili değerlerden vazgeçerek Allah’ın benim için emrettiklerine uyacağım. Bu bir anlamda hicretin ilk aşamasıdır. 


Rasulullah(a.s)’ın tüm zorluklara göğüs gererek uzlaşmaya yanaşmaması ve öncelikle zihinsel olarak Allah’ın otoritesine hicret etmesi, sahabenin uyduğu bir sünnet olduğu gibi bugün de bütün dünya Müslümanlarının izleyeceği, örnek alacağı en büyük sünnettir. 


Ahlaki hicret de diyebileceğimiz bu hicretin zamanını, zeminini beklemeye gerek yoktur; amaç iman eder etmez hemen işe koyulmak, nefsi kötülüklerden arındırmaktır. Çağın yaygın kirliliklerine bulaşmamak, günahlardan kaçınmak, manevi pisliklerden uzaklaşmaktır.


Hicret toplumsal bir ibadettir. 


Ahlaki hicretin amacı, öz benliklerimizde ve toplumsal yaşamın içinde var olan bütün manevi pisliklerden uzaklaşmaktır. Ama ayetlerde dikkat çeken husus ahlaki hicretin “kalk ve uyar!” emriyle birlikte gelmiş olmasıdır. Yani hicret bir yalnızlaşma, bireyselleşme, inzivaya çekilme hali değildir. Hicret “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” umursamazlığında soyut bir hakikat algısı değildir. Tam tersi kötülüklerden uzaklaşan ve kendi benliğini tüm günahlardan arındıran Müslümanın en önemli görevi kendi sahip olduğu hakikati ve iyiliği yaymak ve paylaşmaktır. Bu yönüyle hicret bir farkındalık ve bir başlangıçtır.  Güzel ve iyi olmanın farkındalığı ve daha iyi ve daha güzel bir dünya için çabalamanın başlangıcıdır hicret.


Kendisi kötülüklerden hicret etmiş insan sahip olduğu hakikati yaygınlaştırmakla mükelleftir. Hicret toplumsal bir ibadettir. İşte bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de Allah “emri bil maruf nehyi anil münker/ iyiliğe çağırmak ve kötülüğün yayılmasını engellemek “ görevini bir topluluk olarak müminlere yüklemiştir. Bu yüzden müminler iyiliği yaygınlaştırıp iyiliğin kurumsallaştığı araçlar, ortamlar üretmekle mükelleftir. Allah Resulü (a.s.)  Mekke’de iken sahabesiyle birlikte örnek bir topluluk oluşturmuş ve iyiliğin ve güzelin kendilerinde somutlaştığı bir yaşam tarzını ortaya koymuştur. Bunun için ilk etapta ille de mekânsal bir yer değişikliğine gerek duymamış, ne zamanki bu mümin topluluğun varlığı tehlikeye girmiş, ancak o zaman mekânsal bir ayrılışa yönelmiştir. Bu mekânsal hicret; daha sonra insanlık tarihine damga vuracak büyük bir iyilik medeniyetinin kök salan ilk tohumu olmuştur. 


Hicretin Sürekliliği: Büyük Cihat 


Ahlaki hicretin genel ilkesi; “Halk içinde, ama hakka uygun yaşamaktır.” Hicretin bu ilk aşaması için halktan uzaklaşmak da şehrini, yerini, yurdunu terk etmek de gerekmemektedir. İman hakikatlerini kuşanan mümin için artık dünyadaki tüm sahte hakikat algıları ve yaşam tarzları anlamsızlaşır ve bu yüzden kişi şiddetli bir yalnızlık isteği duyar. Bireysellik cazipleşir, yalnızlık kişiye konforlu gelir. Fakat bizi bizden iyi tanıyan Rabbimiz, bizi bireyselliğin konforuna karşı uyarır. Hicret bireysel bir kurtuluş olmadığı için kötülüklerden hicret eden kişinin aynı zamanda dünyayı kötülüklerden kurtarmak için bir mücadele başlatmasını ister. Fakat burada da mümini bekleyen başka bir tehlike vardır. “Halk içinde kaybolup gitme, çoğunluğa uyma, başkalarına benzeme.” Zira insan için imtihan devam etmektedir. Zira şeytan insana her yönden yaklaşmaya çalışmakta, dünya hayatının cazibesi kalıcı olan ahiret yurdunu insan için flulaştırmaktadır. Aynı Mekke Dönemindeki müşriklerin “Hayat ancak bu yaşadığımız dünya hayatından ibarettir…” demeleri gibi günümüz cahiliyesi de bizleri “anı yaşa”, “bi daha mı geleceksin bu dünyaya!” sloganları ile bu dünyanın geçiciliğine esir etmektedir.  Bizi hazzın ve paranın ellerine bırakmaktadır. Allah’ı bırakıp nefsimize kul- köle olmaya çağırmaktadır. Maalesef insanlığın çoğunluğu bu yaşam tarzını çok kolay bir şekilde benimsemektir. İşte bu noktada halk içinde yaşarken hakikati kaybetme, günahı/kötülüğü normal görme, çoğunluğa uyma, çoğunluğun yaşam tarzını hakikat zannetme tehlikesi baş göstermektedir mümin için.  İşte bu olası tehlikeyi bertaraf etmek ancak ‘sürekli hicret şuuru’na sahip olmakla mümkün olacaktır. Bu yönüyle hicret bitmeyen dinamik bir süreçtir. 


Bu yüzden Rabbimiz, kötülüklerden hicret ederek kendisini günahlardan temizlemiş olanların yaptıkları dışa, topluma, insanlığa dönük mücadeleyi, tebliği büyük cihat olarak isimlendirmektedir.  


“Sen hakikati bile bile örten topluma uyma! Tersine (bu ilahi mesajın) ışığında onlara karşı bütün gücünü ortaya koyarak büyük bir cihad tertip et!” (Furkan, 25/52)”


Büyük cihat; öz benliklerimizde taşıdığımız kötülük eğilimlerine ve çağdaş dünyanın, medyanın, toplumun Allah’a karşı nankörlük anlamına gelebilecek bütün manevi kirliliklerine karşı durmak, onlardan hicret etmektir. Hicrette sebat etmektir. Bir başka deyişle hayat hicrettir, mümin ise muhacir. Başarabildiği, ulaşabildiği, güç yetirebildiği oranda kötülüğe ve kötülüğün yayılmasına karşı büyük bir uğraş vermek, bu yolda sabretmek, uzun soluklu düşünmektir.


Allah Resulü (a.s.)’ın hayatı bu manada hicretin her halinin bize yansıdığı bir aynadır. Önce Mekke Cahiliyesinin tüm gayri ahlaki ve insani alışkanlıklarından kendini ayırarak ahlaken hicret etmiş, ardından Müslümanlardan bir topluluk oluşturarak toplumu, hayra çağıran bir cemaat oluşturmuştur. İyiliğin her haliyle somutlaştığı sahabelerle Mekke’de iyiliği devam ettirme ve yaygınlaştırma ihtimali kalmayınca mekânsal olarak hicret etmiş ve Medine’de iyiliği kurumsallaştırmanın araçlarını geliştirmiştir. Bunu yaparken de işini kolaylaştırmak, hedefe daha çabuk varmak, çoğunluk tarafından kabul görmek adına çağının popüler değer yargılarını benimsememiş, Rabbinden kendisine gelen hakikate bağlılıktan asla ödün vermemiştir.  


Hicri yılbaşı vesilesiyle…


Hicret, tarihsel boyutu bulunmakla birlikte, zamanlar üstü bir boyuta da sahip olan bir ibadettir. İnsanı fıtratından uzaklaştırıp kendine yabancılaştıran cahili değer yargılarından bir kopuş, yeryüzünü ifsad eden her türlü kötülüğün terki; hayrın, merhametin ve adaletin yaşanması için bir vizyondur, yeni başlangıçlar için bizleri tazeleyen bir umuttur. . Her yeni hicrî yılda ‘hicret’ kavramı ve Allah Resulü (a.s.)’ın örnek hicreti öncülüğünde yaşananları, insanlık onurunu yüceltmek ve insanları karanlıklardan aydınlığa hicret ettirmek amacıyla yapılanları düşünüp tefekkür ederek dersler çıkarmanın fırsatı olarak algılanmalıdır. Hicretin yeni yılının Allah Resulü (a.s.)’ın kutlu yolculuğu ile başlattığı iyilik medeniyetinin değerlerini hatırlamamıza vesile olması duasıyla…  

Meslek Dersleri Öğretmeni / M. Emin Saraç Anadolu İmam Hatip Lisesi