Doğa, manzara, ışık, renkler, fedakarlık, çalışkanlık, merhamet, öfke, hırs, açgözlülük, çocuk, yaşam, ölüm… Honeyland. Hatice’nin arılardan oluşan hayatına dair akla gelecek kelimelerden birkaçı. Baştan sona bir yaşam mücadelesi, baştan sona bir görsel şölen. İnsan bu belgeseli izleyince yönetmene mi hayran kalsın konuya mı odaklansın bilemiyor. Belgeselin her ayrıntısı üstüne bir kompozisyon yazılabilecek nitelikte başarılı. Ki zaten ödüllendirilerek hakkı teslim edilmiş de. Festivallerde izlenen Honeyland’e dair en güzel nüanslardan biri de anadilimizle karşılaşmak. Hatice’nin “arı” Türkçesi.
Makedonya’nın Lozova Belediyesi’ne bağlı Bekirli Köyü’nde 85 yaşındaki annesi ile yaşayan Hatice’nin hikayesi. Balkanlar’ın orta yerinde yokluğa rağmen doğanın dengesini bozmadan geçinmeye çalışan Hatice her izleyene ders olabilecek olan hayatı ile bizlere çok şey öğretmektedir. Hatice, yaşam koşullarının zor olduğu bir yerde yaşamını sürdürmektedir. Hasta annesi ile yaşayan; modern hayatın imkân ve koşullarından oldukça uzak, bal ticareti ile geçimini sağlamaya çalışan bir kadın. Hatice’nin doğaya olan bağlılığı ve verdiği değer arılara karşı tutumundan bile anlaşılabilmektedir. Örneğin tüm balı almayıp “bir sana bir bana” diyerek arıları da düşünmesi ve arılara olan saygısı hem gülümsetiyor hem de düşündürüyor. Bu alçakgönüllü tokgözlü kadının hayatının özeti bu söz adeta. Hatice’nin hayatını annesine adayıp hiç evlenmemesi ve çocuk sahibi olmaması, içinde tüm evreni kapsayacak bir sevgi boşluğuna evrilmiş sanki. Bu boşluğu; komşularının çocuklarına davranışlarından, arılarla iletişiminden, annesine yemek yedirişinden anlayabiliyoruz. Belgeselin diğer kısmında ise insanı öfkelendiren, kızdıran, hepimizin hemen her gün karşılaştığı bencillik var. Hatice’nin desteği ile arıcılığa başlayan komşularının onun emeğine yaptığı haksızlık ve ihanet zamanla Hatice’nin çevresinde kimsenin kalmamasına neden olmuştur. Annesinin ölümü ile birlikte tamamen yalnız kalan Hatice, uzun bir kışı tek başına hayvanlar ile geçirmektedir. İşte komşularının da kötülüğü kendilerinin tüm yaşamına sirayet etmiş; çocuklarına nasıl davrandıkları, ticaret ahlakları, komşuluk anlayışları, doğaya olan saygısızlıkları Hatice’ninkinin tam tersi… Ve yüce adalet bunu onların yanına bırakmıyor ve seyirci derinden bir “oh!” çekebiliyor.
Davranışlarımız yaşamımızın şekillenmesinin en önemli etkeni. Yaşamımızı güzellikler üzerine inşa etmemiz gerektiğini ne de güzel anlatıyor Hatice’nin her davranışı. Bir insanı sevmekle başlayacak her şey, dünyayı güzellik kurtaracak diyor ya şair. Sevelim yeter ki, belki bir arıyı bile sevmekle güzelleşebilir her şey. Ben izlerken çok şey öğrendim; üzüldüm, sevindim, hayran kaldım, kızdım. Umarım siz de severek izlersiniz. İyi seyirler.