İslam dininde dört temel ibadet vardır: Bunlar namaz, oruç, zekât ve hacdır. İbadetler, genellikle hangi araçlarla yapılıyorsa ona göre sınıflandırılır. Mesela namaz; bedenle yapılan bir ibadettir, zekât malla yapılan hac ise; hem beden hem malla yapılan bir ibadettir. Fakat bu yaygın sınıflamadan farklı olarak ibadetlerin gerektirdiği eylemlerin durumuna göre başka sınıflamalar da yapılabilir. Böyle bir sınıflamada oruç, diğerlerinden ayrılarak tek başına bir kategori oluşturur. Bütün ibadetler, kendi koşullarına göre birer eylem dizisi gerektirirken oruç, eyleme değil eylemsizliğe dayalı olarak gerçekleşir.
Örneğin namaz, içindeki farzlar ve dışındaki farzlar olarak adlandırılan bir eylemler toplamından oluşur. Abdest almak, kıbleye dönmek, tekbir almak, rükû etmek, secde etmek vs. namazın oluşması için gerekli fiilleri oluşturur. Namazın ortaya çıkması için tüm bu eylem şartlarının yerine getirilmesi gerekir. Bunlardan biri veya birkaçı makul bir mazerete dayanmaksızın ihlal edilirse namaz ibadeti yerine getirilmemiş olur.
Benzer bir durum hac için de geçerlidir. Hac, kişinin hangi mekânda hangi eylemleri yapması gerektiğinin önceden planlandığı bir ibadettir. Hac, namaz gibi sadece bir mekânda gerçekleştirilen eylemlerden farklı olarak farklı zamanlarda, farklı mekânlarda, farklı eylemler sonucunda gerçekleştirilir. İhrama girmek, tavaf etmek, Arafat’a çıkmak, sa’y yapmak, şeytan taşlamak vs. gibi eylemler farklı mekânlarda belli kurallara dayalı olarak gerçekleşir. Tıpkı namazda olduğu gibi hacda da bu eylemler gerçekleşmezse hac ibadeti yerine getirilmemiş olur.
Aynı durum zekât için de geçerlidir. Zekât, bir mal (para) transferi olduğundan eylemler dizisi hac ve namazda olduğu gibi karmaşık değildir. Herhangi bir zaman veya mekâna bağlı da değildir. Kuralları esnektir. Ama nihayetinde zekâtın ifa edilmiş olması için mal transferinin gerçekleşmesi bunu için de lazım olan minimum eylemin uygulanması gerekir.
Her üç ibadetin belli bir eylem dizisinden sonra gerçekleşmesi, bu ibadetlerin eylemlere bağlı olduğunu gösteren bir durumdur. Diğer bir ifadeyle söz konusu muayyen eylemlerin ifası, ibadetin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Eğer bunlardan bir veya birkaçı olmazsa ibadet de olmayacaktır. Mesela vakfe olmadan hac, mal transferi olmadan zekât, rükû olmadan da namaz gerçekleşmez.
Oruç ise tüm bunlardan farklı olarak belli bir eylemler dizisi gerektirmeyen, tam tersine bazı eylemsizlik durumlarının ortaya çıkmasıyla gerçekleştirilen bir ibadettir. Şöyle ki; oruç genel olarak gün boyu yeme, içme ve cinsi münasebetten uzak durma şeklinde tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle oruç az veya çok olduğuna bakılmaksızın yememe, içmeme ve cinsi eyleme girmeme sonucu ifâ edilmektedir. Bu bir eylemsizlik halidir.
Oruç, imsak ile iftar arasında gün boyu devam eder. Eylemsizlik bu iki vakit arasındadır. İmsak, tutmak anlamına gelir. Bu, eylemi bırakmak anlamındadır. İftar ise orucu bozmak anlamına gelir. Oruç genellikle yeme-içme eyleminin başlamasıyla bozulur. Kişi iftar vaktine kadar beklemişse bir tam oruç tutmuş olur. Eğer o vakit gelmeden yemiş veya içmişse eylem vaktinden önce başlamış demektir ve oruç yarıda kesilmiş olur. Oruç tamamlanmadan eyleme başlamak dini açıdan suçtur ve cezası vardır. Cezası kefaret orucudur. Kefaret orucu eylemsizliğin sürmesi gerektiği yönündeki ilahi talebin mükellefe yüklediği yüksek derecede sorumlulukla ilgilidir.
Oruç, sadece farzları itibariyle değil mekruhları ve oruçludan beklenen ahlaki davranışlar itibariyle de eylemsizliğe dayanmaktadır. Mesela orucun mekruhları denince akla ilk gelen şey, faydasız ve malayani sözler söylemektir. Öyleyse orucun sağlıklı olması için faydasız sözden de uzak durmak yani eylemsizliğin boyutunu artırmak gereklidir. Oruçla ilgili diğer tüm mekruhlar için de benzer bir durum söz konusudur. Kısacası oruç, bir şeylerin yapılması ile değil yapılmaması ile başlar ve başka yapılmayacak işlerle derinleşir ve tam bir oruca dönüşür.
Her ne kadar şeriatta kayıtlı olmasa da ahlaken bilinen ve orucu bozduğuna inanılan eylemlerden biri de “kavl-i zu’r” denilen yalan söylemektir. Orucun tam olması için kişinin yalan eyleminden de uzak durması gerekmektedir. Bir hadis-i şerifte “Kim yalan söylemeyi, (kavl-i zu’r) yalanla iş görmeyi ve cehâleti terk etmezse, Allah’ın, onun yemesini ve içmesini bırakmasına (oruç tutmasına) ihtiyacı yoktur” denilmektedir. Ulema; buradaki yalan söze müstehcen konuşmak, dedikodu, gıybet, günaha teşvik etmek, yalancı şahitlik vs. gibi fiillerin de dâhil olduğunu belirtmiştir. Görüldüğü gibi bunlar da birer eylemsizlik türüdür. Demek ki; oruç için sadece yeme, içme gibi bedensel arzularda bir eylemsizlik durumu değil; zorunlu olan bedensel hareketler ve konuşmalar dışında neredeyse topyekûn bir eylemsizlik durumu söz konusu olmaktadır.
Eylemsizlik, insan için eylemden daha zor bir mücadele gerektirmektedir. Çünkü insan fıtri olarak eyleme geçme eğilimindedir. Acıkınca yemek yeme, susayınca su içme yönünde yaratılıştan gelen bir insiyakla harekete geçer. Kişinin bunun için iradi bir çaba harcamasına gerek yoktur. Bu yüzden bu eylemlere içgüdüsel eylemler de denir. Mesela acıkan kişinin ayakları onu adeta yemeğin yanına taşır. Kişinin yemek yemeyi istemek için çaba sarf etmesine gerek yoktur. Ancak yeme-içmeye karşı direnmek tamamen iradi bir süreçle gerçekleşir. Acıkan kişinin yeme imkânı varken bunu yapmaması ancak belli bir çabanın sonucunda mümkün olabilir. Bu çaba neredeyse hiçbir bedensel veya fizyolojik desteğe dayalı olmaksızın tamamen iradi bir kuvvetle gerçekleşmektedir. Bu yüzden oruç bir irade ibadetidir.
Eski ulema, orucun bedensel bir ibadet olduğunu söylemiştir; onların bu sınıflaması hukuki (fıkhi) bir kategori olduğu için işlevseldir. Fakat iarede kavramı orucun mahiyetini tarif etme bakımından beden kavramından daha isabetli bir noktaya işaret etmektedir. Çünkü oruç bedenin kontrolünü de sağlayan bir dizginleme ve durdurma faaliyetidir ki, bu da ancak sürekli bir iradeyle gerçekleşmektedir. İradenin bedensel faaliyetleri harekete geçirmede olduğu gibi kısa süreli değil şartlar ne kadar zorlayıcı olursa olsun şeran belirlenmiş süre bitinceye kadar sürmesi gerekmektedir.
Oruçtaki eylemsizlik durumunun önemli bir noktası daha vardır: Eylemsizlik gözüken bir olgu değil tam tersine gözükmeyen bir olgudur. Bu yüzden de oruç ibadetler içinde en saklı olarak gerçekleşen ibadettir. Mesela namaz kılan kişinin namaz kıldığı görülebilir ve anlaşılır, haccı ifa eden kişi için de bu durum geçerlidir. Ama oruç olan bir kişinin orucu dışarıdan bakınca anlaşılmaz. Yemek yememek veya su içmemek o an kişinin oruç olduğunu gösteren bir durum değildir. Kişi gizlice yiyip içiyor olabilir. Bu yüzden de ibadet maksadıyla ve samimi olarak oruç tutan bir kişi gerçek bir ihlâs şuuruna erişmeye her şeyden daha yakındır. Oruç, bu yüzden ibadetler içinde en ihlâslısı olarak bilinmektedir. Allah’ın oruç hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilir: “İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç ise benim içindir. O; yemesini, içmesini ve cinsel isteklerini benim için terk etmiştir. Onun mükâfatını ben vereceğim. Bir iyiliğe ise on misli ecir vardır.”
Oruç kişiye gerektiğinde eyleme geçmemek için direnmenin yüce bir eylem olduğunu öğretir ki bu, sabırlar içinde en zor olanıdır. Tıpkı öfkelendiğinde eyleme geçmeyip öfkeyi yenmek gibi. Bu, gerçek bir pehlivanlıktır. Bir hadiste Peygamberimiz(sav) “Gerçek pehlivan; rakibini güreşte yenen değil, öfkelendiğinde öfkesini yenen kişidir” demektedir. Yeme içmeye karşı direnmek de hafife alınmamalıdır. Kişiye pehlivan olmanın yollarını öğretir.
Sonuç olarak, Allah için eyleme geçmek zordur ve sevabı yüksektir ama Allah için eylemi durdurmak ve eylemsizliği sürdürmek ondan daha zordur ve sevabı da daha yüksektir. Oruç, Allah için eylemi durdurmanın en asil ve ihlâslı yoludur.